Spor basınının ünlü ismi Güntekin Onay, Hürriyet’ten Adil Demirçubuk’a konuştu. İşte Onay’ın çarpıcı röportajı:


ARTIK
KiMSE 100 GOL ATIP

80 PUAN TOPLAYAMAZ

Koronavirüs günlerinde neler yapıyorsunuz?

Haftada 2 ya da 3 gün işe gidiyorum. BeIN Manşet programını yapıyorum. Evde olduğum günler, gündüzleri gazete ve kitap okuyorum, akşamları da yemek yapıyoruz. Geçen hafta eve bir kondisyon bisikleti aldım. Tüm dünyadan profesyonel ya da amatör bisikletçilerin katıldığı Zwift adlı programa üye oldum. Bu programda farklı seviyelerdeki bisikletçiler için antrenmanlar, yarışlar düzenleniyor. Dünyanın herhangi bir şehrinde sanal olarak bisikletle gezebiliyorsun. Bunların yanında PlayStation oynuyorum, Netflix’tedizi izliyorum.

– Peki çocuklarınız, onlar evde sıkılıyor mu?

Kızım Irmak 12, oğlum Ilgaz 8.5 yaşında. Hafta içinde uzaktan eğitim görüyorlar, onun dışında Play-Station, Ipad’de zaman geçiriyorlar. Bir de devam ettikleri spor okulları var, görüntülü antrenman yapıyorlar.

– İkisi de Beşiktaşlı mı?

Hayır. Kızım Galatasaraylı, oğlum Beşiktaşlı.

– Sizin Beşiktaşlılığınız nereden geliyor?

Babam ve annemden. İkisi de Beşiktaşlıydı, hatta annem daha koyu bir taraftardı.

RALLiCiLiK KARiYERiM ÇOK ERKEN BiTTi

– Futbol maçı spikeri denince akla ilk gelen isimlerden birisiniz. Başka sporlarla da bu derece yakından ilgileniyor musunuz?

Ben aslında bütün sporları yaptım. Yüzme, basketbol, futbol, kick boks. Hepsini takip ediyorum. Formula 1, Amerikan futbolu, ralli ve NBA’itakip ederim. Bu yönümü pek kimse bilmez ama NBA’i en az futbol kadar bilirim. Size daha ilginç bir şey söyleyeyim; ben esasında rallici olacaktım. Hatta başlamıştım da… Fakat 1992’de Kanal 6 Televizyonu’nda çalışmaya başlayınca bırakmak zorunda kaldı. Ralliyi çok severim. Biz Ari Vatanen’ler, Carlos Sainz’ler, TommiMakinen’lerle büyüdük.


ŞiMDi SEKiZ KiŞiNiN YAPTIĞI iŞi TEK BAŞIMA YAPIYORDUM

– Televizyon kariyeriniz nasıl başladı?

Ben üniversitede turizm okudum. Mezun olunca en büyük hayalim İngiltere’de yaşamaktı. Okulu bitirdim. Bir gün tesadüfen babam ve annem bir davette Şansal Büyüka ağabey ile karşılaşıyorlar. Şansal ağabey sohbet sırasında “Biz Milliyet’ten ayrılıp Kanal 6’ya geçiyoruz. Orada bir ekip kuracağız, etrafınızda spora meraklı, yabancı dil bilen gençler varsa gönderin” diyor. Annem de, “Oğlumuz okulu yeni bitirdi, sizinle bir görüşsün” diyor. Pek gönüllü değildim ama annemin isteği üzerine Şansal ağabeyin yanına gittim. Kendimi tanıttım, biraz sohbet ettik, bana “Sende aradığımız nitelikler fazlasıyla var, yarın gel başla” dedi. Hem de öyle bir para teklif etti ki, hayır diyemedim. Bugün parasıyla yaklaşık bin dolar falan. Okuldan yeni mezun, hiçbir tecrübesi olmayan bir genç için çok iyi paraydı. Ertesi gün işe başladım. Birkaç gün sonra Sigma Olomouc-Fenerbahçe maçının yayın hakkını aldım. O zaman ihaleler faksla yapılıyor. Show TV, ATV ve biz girdik. Sigmakulübünün faks numarasını buluyorsun, daktilo ile yazdığın teklifi fakslıyorsun falan… İlk 2 yıl inanılmaz bir tempoyla çalıştım. Dış haberlerde muhabirlik, editörlük, kameramanlık, montajcılık, aklınıza ne gelirse yaptım. Şu anda 8 kişinin yaptığı işi tek başımıza yapıyorduk. Günde 18-20 saat çalışıyorduk. Şansal ağabey sağolsun bizi öyle yetiştirdi. İlk 2 sene böyle geçti, sonra Şansal ağabey bana kamera önünde fırsat verdi ve bugünlere geldim.

– Kaç yıldır kamera önündesiniz?

28 yıldır.

– Bugüne dek çok sayıda programda moderatörlük yaptınız, en çok hangisinden keyif aldınız?

Bir ayrım yapmak çok zor ancak, Emek Ege ile birlikte yaptığımız, benim de yorumcu olarak görev aldığım ‘Gol’ adlı programdan çok keyif almıştım. Sadece futbolu değil, hayata dair her şeyi, diğer sporları konuşuyorduk. Rıdvan Dilmen’le yaptığımız ‘Yüzde Yüz’ futbol programı da çok keyifliydi. Rıdvan’la frekansımız tutmuştu. Şimdi beINSports’ta yaptığımız programlar da çok güzel. Dolu dolu ve çağdaş. Ve tabii kariyerimde Telegol’ün de özel bir yeri var.


BELGRAD’I GÖRMEYEN

KIZILYILDIZ-PARTiZAN

DERBiSiNi NASIL ANLATIR?

– Genç kuşak medya mensuplarını nasıl görüyorsunuz?

İçlerinde çok bilgili, meraklı, okuyan ve araştıran bir jenerasyon var ama işin sosyolojik yönünü pek bilmiyorlar. Bir maçı, yerinde gidip inceleme yaparsan daha farklı anlatırsın. Mesela hayatında hiç Belgrad’a gitmemiş birisi, Kızılyıldız-Partizan derbisinin yoğunluğunu bilemez. Veya hayatında hiç Glasgow’a gitmemiş birisi Celtic-Rangersmaçının ruhunu bilemez. Ben size acıyı tarif ederim, aşkı tarif ederim, birçok duyguyu tarif ederim, ama onları yaşamadan bilemezsiniz. Hayatında hiç Liverpool’a gitmemiş, Goodison Park ile Anfield Road arasındaki o parkın havasını solumayan biri, Liverpool-Everton maçını ne kadar anlatabilir ki. Genç arkadaşların anlatımları sırasında bunun eksikliğini hissediyorsunuz. Biz bu mesleğin altın yıllarında tüm dünyayı gezme fırsatı bulduk, şanslıydık. 3 Dünya Kupası, 2 Avrupa Şampiyonası ve 3 Şampiyonlar Ligi finalini yerinde izledim. Yıllarca ben neredeyse bütün hafta içi günleri yurt dışında geçirdim. 2002 Dünya Kupası’nda tam 56 gün aralıksız yurt dışında kaldım, Japonya, Güney Kore, Hong Kong’daydım.

BiZiM ALTYAPI HOCALARI

THOMAS MÜLLER’i BEĞENMEZ

– Futbolda Avrupa ile aramızdaki fark artıyor mu, azalıyor mu?

Geçmişte iyi bir jenerasyon yakalamıştık; Galatasaray’a UEFA Kupası kazandıran ve Dünya üçüncüsü milli takımın bel kemiğini oluşturan kaliteli bir oyuncu grubu vardı. Onun yansımaları 2008’e kadar devam etti. Babam diye söylemiyorum, Gündüz Tekin Onay’ın 1981’lilerden 1987’lilere kadar olan 6 yıllık jenerasyonda çok emeği var. Sadece yetiştirme değil, arama bulma anlamında. Babam ve ekibi, Nuri Şahin’den tutun Hamit Altıntop’a, Emre Belözoğlu’ndan Tuncay Şanlı, Burak Yılmaz ve Selçuk İnan’a kadar birçok futbolcuda emeği var. Fakat babam ve ekibinden sonra futbolcu keşfedip yetiştirme işine gereken önemi veren birileri gelmedi. Bir ara Fatih Terim yapmaya çalıştı ancak onun da asıl sorumluluğu A Milli Takım olduğu için gençlere eğilemedi. Kulüpler de altyapıya fazla önem vermediği için biz o jenerasyon kalitesinde bir kuşak yakalayamadık.

– Bu noktada en büyük yanlışları nerede yaptık?

Türkiye’de yanlış bir kavram var; herkes oyuncu yetiştirmekten bahsediyor. Oyuncu yetişiyor ama gelişmiyor. Özellikle fizik kalitelerinin yetersiz olduğunu düşünüyorum. Mesela 2013’te Türkiye’de yapılan U20 Dünya Şampiyonası’nda şampiyon olan o Pogba’lı, Kondogbia’lı Fransa’yı görünce hayretler içinde kalmıştık. Hepsi son derece güçlü fizikli ve atletik oyunculardı. Bizimkiler bu açıdan onların çok gerisindeydi. Halen de öyle. Bizim altyapılarda bilekleri kıvrak, çabuk falan diye ufak tefek ve fiziksel açıdan fazla gelişmeyecek çocukları seçerler. Ben inanıyorum ki, Bayern Münih’te oynayan Thomas Müller bizim altyapıların seçmesine girsin, kimse seçmez. Uzun boylu, kazma, ağır falan derler, geri gönderirler! Dolayısıyla oyuncu seçimi konusunda sıkıntılarımız olduğunu düşünüyorum.

ARTIK KiMSE 90-100 GOL ATAMAZ

– Süper Lig’in kalitesinin düştüğünü savunanlara katılıyor musunuz?

Ben genel anlamda ligin kalitesinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Sadece devamlılık anlamında sıkıntılar var. Bizde takımlar sistematik bir şekilde faul yapılıyor, hakemler de buna müsaade ettiği için tempo düşüyor. Onun ötesinde üstteki takımlar ile alttakiler arasındaki makas iyice kapandı. Bu da yabancı sayısının serbest kalmasının bir sonucu. 3-4 tane doğru yabancı bulan takımlar bir anda kalitelerini yüzde 50 oranında artırabiliyor. Ekonomik farklılıklar artık sahaya fazla yansımıyor. Çok dominant takımlar yok eskisi gibi. Bir sezonda 90-100 gol atan ya da 80 puan alan takımlar artık yok. Ve tabii yaşlı bir ligimiz var. Üstte 5-6 takımın şampiyonluk için yarıştığı, altta ise 10 takımın kümede kalma savaşı verdiği çekişmeli bir lig izliyoruz.

ŞiMDi GUARDIOLA DEĞiL, KLOPP’UN FUTBOLU REFERANS ALINIYOR

– Liverpool’un Premier Lig’i bu kadar domine etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Liverpool, Jürgen Klopp ile birlikte hızlı bir şekilde büyüdü. Bir tek Van Dijk’a yüksek miktarda para harcadılar, onun dışındakiler öyle çok büyük oyuncular değil. Firmino Hoffenheim’dan, Mane Salzburg’dan, Salah Roma’dan geldi. Henderson, Alexeander-Arnold da süper star değiller. Klopp, dehasını bu takımı inşa ederek gösterdi. Önceden Guardiola’nın pas oyunu fenomen olmuştu, şimdi Klopp’un tempolu oyunu referans alınıyor. Klopp sayesinde futbolda hız ve tempo yeniden önem kazandı.

BiR MAÇI 67. DAKiKADA BiTiREMEZSiNiZ

– Sizce lig oynanmalı mı, bu haliyle tescil mi edilmeli?

Lig oynanmalı. Düşünün, bir maç oynanıyor, 67’nci dakikada elektrikler kesiliyor ve tatil ediliyor. Siz 67’nci dakikada 1-0 önde olan takımı galip ilan edemezsiniz. O maçı bitirmek zorundasınız.

– Şampiyonluk için hangi takımı favori görüyorsunuz?

Mevcut koşullarda bunun cevabını vermek zor. Takımların geçmişteki seviyelerini biliyoruz ama şu an ne durumdalar bilmiyoruz. Mesela Galatasaray tam çıkıştaydı, şu an ne yapar meçhul. Trabzonspor’u şanslı görüyorum çünkü çok iyi bir hava yakalamışlardı. Ben yine de en olgun ve oturaklı futbol oynayan takımın Başakşehir olduğunu düşünüyorum. Trabzon ve Galatasaray’ın daha güçlü tarafları var ama Başakşehir’inzafiyetleri daha az.

Koronavirüs süreci sonrası bizi nasıl bir futbol ortamı bekliyor?

Futbolun ekonomisi küçülecek. Özellikle küçük ve orta ölçekli takımlar ciddi zarar görecek. Real Madrid, Barcelona, Manchester United gibi kulüpler bu süreçten az hasarla kurtulacak. Futbolculara ödenen ücretler düşecek ve transferde daha gerçekçi rakamlar konuşulacak. Bu ekonomik buhranda kimler akıllı hamleler yaparsa onlar kârlı çıkar.

– Bu süreç bizim kulüplerin bir nebze olsun doğru yola girmesini sağlayabilir mi? Mesela gençlere daha çok şans vermek gibi?

Öyle görünüyor ama altyapılarda çok fazla kaliteli oyuncu yok. Trabzonspor, Bursaspor ve Gençlerbirliği gibi altyapıdan iyi oyuncular çıkarabilen kulüpler çok avantajlı duruma geçecek.

SOSYAL MEDYA TUHAF BiR ORTAM

– Sosyal medya ile aranız nasıl?

İyi değil. Uluslararası ajansları, haber sitelerini takip ediyorum ancak sosyal medya tam anlamıyla sanal bir dünya. Senin yazdığın bir mesajın altına bir şey yazınca, kendisini seninle eş değer görüyor. Yani böyle tuhaf bir ortam var. Gerçek dünyada var olamayan, bir yere gelemeyen, belli bir kariyer yapmamış, kitap okumamış insanların çok olduğunu görüyorum. Tabii ki içlerinde zehir gibi, akıllı, donanımlı insanlar da var. Bunun yanı sıra mizah kabiliyetimizin yüksek olduğunu da düşünüyorum ama hakikaten vicdan yoksunu insanlar da var. Bir de sosyal medyada maalesef okuduğunu anlamayan, herkesten ve her şeyden nefret eden ne kadar çok insan var

BiR ANI…

NASIL CHELSEA

TARAFTARI OLDUM

1986-87 sezonunda öğrenci olarak Londra’daydım, 10 ay kaldım. İlk gittiğimde Tottenham taraftarıydım. Waddle, Hoddle, Ardiles filan oynuyor. Ancak yaşadığım yere Tottenham stadı çok uzaktı, gidip gelmek büyük eziyetti. Bir gün Chelsea-Arsenal maçına gittim. KerryDixon’lı, Pat Nevin’li kadro. O yıllarda Chelsea şampiyonluğa oynamıyor ama yine de popüler ve acayip de bir taraftarı var. Ardından bir de Chelsea-West Ham maçına gittim ve ondan sonra Chelsealioldum. Taraftarı beni çok etkilemişti. Takımda iş yoktu, zaten bir sene sonra küme düştü.

GENEL KÜLTÜR VE

ENFORMASYON

BİR ANI…

BiR de ben genel kültür ve enformasyon manyağıyım. Bu nereden geliyor? TRT’de Bülent Özveren’in sunduğu ‘Ben Bilirim’ adlı bir bilgi yarışması vardı. Şimdiki yarışmalar gibi kolay da değildi. Çocukken sık sık elektrikler kesilirdi. Karanlıkta otururken babam, ablam ile benim aramda bilgi yarışması düzenlerdi. Tarih, coğrafya, edebiyat, siyaset, spor her konuda. Ben çok meraklı ve hırslıydım. Ablamı geçmek için herşeyi bilmek için saatlerce Meydan Larousse ansiklopedisini okurdum. Öyle başlayan bilgi merakı hâlâ da devem eder.

Önceki İçerikFatih Terim koronavirüs günlerini Ertuğrul Özkök’e anlattı: Ben bu süreçten dersler alarak çıktım
Sonraki İçerikCemil Turan yıllar süren suskunluğunu Engin Verel’e bozdu: Çubuklu formayı taşımak zordur. 14 yabancı ile birlik beraberlik olmaz!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz