At yarışı camiasının yakından tanıdığı, futbol ve basketbolda oynadığı kuponlara takip eden binlerce takipçisi olan, Radyo24Spor’un Genel Yayın Yönetmeni Zadik Gökoğlu, röportaj verme konusundaki suskunluğu Luys dergisi için bozdu. Belinda Kuran’ın sorularını yanıtlayan Gökoğlu

At yarışı deyince aklınıza ilk önce çok
hızlı konuşan bir spikerin geldiğini
tahmin edebiliyoruz. Son derece renkli bir
sporu seslendirirken binlerce atı tek tek
yakından tanıyarak ve ezbere bilen at yarışı
spikerlerinin sadece sesini biliyoruz.
Ekranda yüzlerini görmediğimiz bu insanlar
aslında dünyanın zor mesleklerinden
birini yapıyorlar. Milyonlarca insanın yakından
takip ettiği ve bahis oynayarak
büyük bir heyecanla izledikleri
yarışları Aʼdan Zʼye ve saniyede 6 kelime
konuşarak anlatan, aslında maç spikeri
olmak istese de, TJKʼnın belki de en
önemli spikerlerinden biri olan Zadik Gökoğluʼyla bir araya geldik.
At yarışı spikeri olmasını tamamen hızlı konuşmasına
bağlıyor olsa da aslında atlara olan ilgisi ve bu
spora çok da uzak olmaması başarısının sırlarından biri
ancak Gökoğlu istikrarlı olmanın hangi meslek olursa
olsun başarının anahtarı olduğunu vurguluyor.
Koyu bir Beşiktaş taraftarı olan Zadik Gökoğlu, İnönü
Stadyumuʼna olan özlemini anlatırken, ʻʻİnönü Stadı
geniş bir sevgidirʼʼ diyor.
1999 yılında anlattığı Gazi
Koşusuyla hafızalara kazınan ünlü spiker Zadik Gökoğlu
ile at yarışını, Beşiktaşʼı radyoculuğu ve mesleğe
bıraktığı izi konuştuk.
– Zadik Bey, biraz kendinizden bahseder misiniz?
– 1971 yılında İstanbulʼda doğdum. Özel Tarkmantcats
İlköğretim Okuluʼnu bitirdikten sonra eğitim yaşamıma
Gaziosmanpaşa ve Kabataş Erkek Lisesiʼnde devam
ettim. Daha sonra Marmara Üniversitesi Otel Yöneticiliği
Bölümüʼnü bitirdim.
– At yarışı spikerliğine nasıl başladınız?
– İlkokuldan bu yana spiker olmak istiyordum. Orta okul
ve lisede bu istek daha da ilerdi. Otelcilik bölümünde
okuyor olmama rağmen maç spikerliği yapmak istiyordum.
Aslında hayatımın ilk aşamasında futbol spikerliği
vardı… Ancak şans, dönemin getirdiği şartlar beni at yarışı
spikerliğine yönlendirdi. At yarışına da çok uzak değildim
aslında… Hipodroma gidiyordum, atları biliyordum, izliyordum…
Çok hızlı konuştuğum için önerdiler beni, gittim
ve kabul ettiler. Yıllarca at yarışı spikerliği
yaptım, çok önemli koşular anlattım.
Yeteri kadar orada iyi işler yaptığımı düşünüyorum.
Tabii ki, bu takdir meselesi ama sonrasında
yaşım da ilerledi ve başka şeyler yapmak
istiyorum… Sonuçta maç spikerliği yapmak istiyordum,
program yapmak istiyordum, hayatınızda yön değişimleri
olabiliyor kafanızda. Onlara yönelmek istedim…
– Sizi en çok heyecanlandıran
yarış hangisiydi?
– İlk yarıştı tabii ki, çok heyecanlıydı… İlkler öyledir ya
çok heyecan verir. Ama çok enteresan bir şey oldu; 29
Haziranʼdı ve bir yağış durumu söz konusuydu… Yol kapandı
ve ben ilk yarışımı anlatacağım, Çarşamba
günü günlerden, çok acayip bir ruh haliyle ve çok zor
şartlarda nefes nefese ulaştım hipodroma… Hatta
atlar piste çıkmıştı. Arkadaşlar, ʻʻbugün olmadı Cumartesi
anlatırsın, kendini çok zorlamaʼʼ dediler.
ʻʻYok, ben anlatacağımʼʼ dedim. Anlattım ve yarışın nasıl bittiğini
hatırlamıyorum. Daha sonra yarışları anlatmam ve
devam etmem konusunda telefon geldi… İlk anlattığım
1999 yılında Gazi Koşusu’ydu… Güzel mücadele, güzel
bir koşu oldu ve şans yanımdaydı. Çünkü ben kafamda
koşuyu nasıl kurduysam öyle bitti yarış. Yani aklımda bir
yol haritası vardı, atların sıralaması konusunda, virajı
dönme konusunda ve sprint atma konusunda kafamda
önceden çizmiştim. Eğer bu koşu böyle giderse ben koşunun
hakkını veririm diye düşündüm. Gerçekten de
tam istediğim gibi takır takır koşu gitti, sanki daha önce
koşmuş, banttan anlatıyormuşum gibi… Anlatılan en iyi
koşu olarak kayıtlara geçti.
– Peki dezavantajları neler?
– At yarışı çok zor bir spor… At yarışı spikerliği Türkiyeʼde
çok da bilindik ya da çok tercih edilen bir noktada
değil. Hala oturduğuna da inanmıyorum…
Çünkü at yarışında atların ritmiyle beraber sizin de ritminizi bulmanız
gerekiyor. Atların ritmine ayak uydurmanız
gerekiyor, doğru atı doğru yerde görmeniz
gerekiyor ve doğru atı doğru
yerde söyleyip yarışı bitirmeniz gerekiyor.
Çok zor… Ondan dolayı da çok zorluk çekiliyor at
yarışı spikerliğinde.
– Peki sizden sonra gelen gençleri bu konuda nasıl
değerlendiriyorsunuz?
– Bu bir bayrak yarışıdır, biz bayrağı teslim ettik, genç arkadaşlar
bence iyi bir şekilde devam ediyor. Yayınlar da
çok soruyorlar tekrar dönecek misiniz diye, o defteri artık
kapandığını düşünüyorum kendi adıma. Ama hipodromdayım,
görevime devam ediyorum, programım devam
ediyor, röportajlar yapıyorum, camianın içerisindeyim.
Ancak daha önce de belirttiğim gibi at yarışı spikerliği
benim için tamamen şans. Belki hızlı konuşmanın getirdiği
durum ortaya çıktı, bir de at yarışını bilen biri
lazımdı. Ben atları çok iyi birim. Atları
çok sevdiğim için de hipodroma giderdim… Kendi kendime de anlatırdım
ama aklıma hiç gelmezdi at yarışı spikerliği.
Maç spikerliği yapacağım diye düşünürdüm her zaman.

RADYO DÜNYAMIZDI!
– Radyocu olmak sizin için ne ifade ediyor? Nasıl
başladı ve neler hissediyorsunuz bu iş yaparken?
-Radyo benim çocukluğumun sihirli dünyası. Radyoyla
büyüdüm. Arkası yarınlar, skeçler, türküler, şarkılar…
Radyo bizim dünyamızdı.. Hayal kurardım, bir ses
duyardım acaba o ses nasıl bir şey diye düşünürdüm.
Sarışın mı, esmer mi? Sesine göre şişman mı, zayıf mı diye… Radyo böyle bir dünyaydı.
2006 sonrasında Radyospor, NTV Spor Radyoʼyu kurduk. NTV Spor Radyo çok
önemli bir kariyer denemesiydi. Sonrasında NTV Spor Radyoʼnun kapanmasıyla bir boşluk
oldu ama her şey şans hayatta… Hayatta bazen bir şeyler yolunuzu çizebiliyor.
O kapanan radyo yeniden spor radyosu oldu, tekrar bana teklif geldi şu anda da radyonun
genel yayın yönetmenliğini yapıyorum.
Aynı zamanda 7/24SPOR kanalı adında bir kanalımız var. Geçen yıl açıldı ve
şu anda çok farklı bir konseptte yoluna devam ediyor.

İNÖNÜ STADI’NI ÇOK ÖZLÜYORUM
Kabataş Lisesi dediniz… Koyu bir Beşiktaş taraftarı
olmanız oradan mı geliyor?
– Tabii Kabataş ve Beşiktaş ilişkisi çok özeldir ve halen
de devam eder. Ama benim Beşiktaşʼla ilişkim, aileden
ve çevremden geliyor. Ben gözümü açtığımda Beşiktaş
vardı, bayrağı vardı, forması vardı… Beşiktaş mahallemizin,
semtimizin ve evimizin tek konusuydu. Böylece
Beşiktaş sevgisi de içimize doğuştan girmiş oldu. Beşiktaş
maçları anlatırdım… Sonrasında artık yavaş
yavaş kendimi bulup, maçları da izleme noktasına geldiğimde
İnönü Stadı benim için farklı bir noktaya geldi.

bbyradyolarodul151112

– Koyu bir Beşiktaş taraftarı
olarak muhtemelen İnönü Stadıʼnda hemen hemen tüm maçlarda tribünde
yer aldınız… Biraz bahseder misiniz? Unutamadığınız
bir anınız var mı?
– İnönü Stadıʼyla 1978 yılında tanıştım. O günden bu
yana tabii şimdi yok ama yeniden açıldığında hayatımın
en önemli noktası olacak. İnönü çok özel benim için…
İlk izlediğim maçı unutamıyorum, sonrasında Beşiktaşʼın
şampiyonluğunu kutladığı 1981-82 yıllarındaki atmosfer,
daha sonra İnönü Stadyumuʼnda çalıştığım ve Beşiktaş ʼın çok iyi
olduğu yıllara geldiği dönemler benim için
çok özel oldu. Çok özlüyorum İnönü Stadıʼnı… Yeni halini bilmiyorum biraz eski
kafalıyım ama yeni haliyle yine aynı
yerde olduğu için benim için hayatımda
özel olacak.
– Unutamadığım anım deyince aslında çok anım var…
1981-82 şampiyonluğunu biz daha idrak edemiyorduk.
Beşiktaşʼın durgun yılları, 15 yıl olmuş şampiyonluk gelmeyeli…
Hatta Beşiktaş hayatıma girdiğinde şampiyonluk
özlemi 12-13 yıla gelmişti. Maça gittiğimde tribündeki
büyüklerimiz bana ʻoğlum yol yakınken bırak, Beşiktaşlılık
çok büyük bir derttir, büyük bir üzüntü kaynağıdır,
bak biz ne hale geldik, yıllardır çile
çekiyoruzʼʼ diyorlardı. Ancak sevgimiz hiç dinmedi.
1981-82 Trabzonsporʼla Beşiktaşʼın mücadelesi vardı.
Şampiyonluktan önceki maç… O maç çok özeldir… Yine
Galatasaray maçı vardı 1985-86 yılında, 1-1 bitti… Beşiktaşʼın şampiyon
tamamladığı sezon. Bu maçları hiç
unutamam, tabii üzüntülü ve sevinçli maçlar oldu. Ancak
İnönü Stadıʼnın geneline baktığınızda bir hayat bir
yaşam vardır orada. Çok özel dostlarım oldu halen
devam eden ve sık sık konuştuğumuz, orada başlayan
ve hayatımızın hemen hemen her alanına giren bir sevgili
oldu İnönü Stadı…
– Aynı zamanda bahis anlatıyorsunuz… Haftada 20-
25 maç izliyorsunuz… Peki en çok at yarışı dışında
hangisini anlatmaktan keyif alıyorsunuz?
– At yarışı dışında futbol maçları anlattığımda
çok keyif alıyorum. Bahis programları
kazandırmaya yönelik programlar… Bir kitle var sonuçta onlar
sürekli bu işin içindeler… Onlara bilgiler
vermeye çalışıyorum. İngiltere Premier Ligi
çok özel bir lig, hatta benim hayatımın çocukluk yıllarımdan
bu yana olan bir lig. Çok seviyorum, çok takip
ediyorum ve alt liglerine kadar İngiltere yazıyorum, İngiltere
yorumluyorum. Tabii bunun yanı sıra Avrupaʼda gözüme çarpan ligler
oluyor. Hafta sonları özelikle yoğun bir program oluyor.
Mümkün olduğu kadar içinde olmaya çalışıyorum.

basinbasari16 500

ÇOK MAÇ VAR…
– Nasıl yetişiyorsunuz?
– Artık teknoloji çok gelişti…
Bizim zamanımız gibi değil… Ben teknolojiyi
pek kullanamasam da sağ olsun yanımdaki
gençler yardımcı oluyor. Özet görüntüleri izliyorum,
önemli anlara bakıyorum, eksik cezalı kadro üzerinden
bir şeyler sunmaya çalışıyorum dinleyenlerimize.
– Gelecekle ilgili planlarınız nelerdir?
– Bundan sonra iyi bir iz bırakmak istiyorum. Sonuçta
izleyenler, dinleyenler, takip edenler için doğru şeyler
sunmaya çalışıyorum. Yıllar geçtikçe bir
yerde, bir mekanda, bir sohbette, bir
mekanda adım geçtiğinde beni tanıyanlar
iyi şeyler söylerse benim için
en değerli olay o… Güzel bir tat bırakmak istiyorum.
Sevdiklerim yanımda olsun… Herkesin yaşantısının
güzel şekilde devam etmesi…
– Yeni başlayacak olan gençlere
spikerlik konusundaki mesajınız nedir?
– Derslere gittiğimde de söylüyorum, spikerlik çok zor
ve hayatınızda tembellik yapamayacağınız bir meslek.
Ben ne oldum ya da ben oldum demeyeceksiniz, sürekli
konuşuyorsanız kendinizi geliştirmeniz gerekiyor. Ben
gençler için şunu söylüyorum, hangi konu üzerinde konuşuyorsanız,
hangi programda yer alıyorsanız mutlaka
iyi inceleyin, iyi öğrenin. İyi öğrenin ki iyi şeyler
anlatın. Hazırlanın, hazırlıksız hiç bir şey
olmaz. Çünkü karşınızdaki insanlar
bilgi istiyor. Çalışsınlar… Şımarmamak
çok önemli. Bunlar çok basit ve çok
değerli şeyler… Herkesin mesleği var
ve herkes iyi olmak ister… Ama orada kalmak çok önemli.
Düştüğünüz zaman çok acı olur. Yükselmek zordur.
Her şey zamanla olur, her
gün yeni bir şeyler öğrenirsiniz.

Önceki İçerikSırp basınından şike iddiası: Arnavutlar, Ermenistan kalecisi ve 3 defans oyuncusuna 500 bin euro verdi!
Sonraki İçerikTürkiye- İzlanda maçı reyting rekoru kırdı. TV eleştirmeninden Show TV’ye eleştiri geldi…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz