Cumhuriyet gazetesi spor yazarı Bağış Erten, spor basınını yazdı:

İniyor kayık, çıkıyor kayık

 

Kadir Has Üniversitesi’nde verdiğim “Spor Medyası” dersinin öğrenciler için en zevkli bölümü medya taraması antrenmanı. Manşetler üzerinden söylem analizi yapıyoruz bol bol. Ama bazı şeyler için ayrı bir ‘optik bakış’ gerekmiyor. Art arda üç örnek sonunda ilkokul öğrencileri için bile kolaylıkla fark edilecek bir alışkanlık hemen öne çıkıyor: Kazananlar kahraman, kaybedenler rezil. Kartallar, Aslanlar, Kanaryalar galibiyetle çağlıyorlar, sonra ilk teklemede ‘kedilik’‘kanadı yolunmuşluk’ kaçınılmaz oluyor. Aynı takım üç gün arayla iki maç yapıyor, birinde istifa sesleri, diğerinde ‘zirveye adım adım’.
Sanırım içinde bulunduğumuz sezon bu durumun en karikatür hali. Cim Bom lige fırtına gibi girince “İmparator Tudor ve askerleri” filmini izliyorduk, sonra fikstür zora girip, derbilerde tökezleyince amatör kümeye düşüverdi Hırvat teknik adam. Aynı durum Aykut Kocaman ve Fenerbahçe için de söz konusuydu. Feci bir başlangıç, istifa sesleri, “tarihin en kötü Fenerbahçesi”damgası, sonra art arda gelen galibiyetler ve birden girilen “neden olmasın” modu. Bu gelgitin Trabzonspor versiyonu da var. Beşiktaş versiyonu da. Siyah-Beyazlılar biraz daha değişik tabii. ‘İkiyüzlü’ onlar: Aynı takım Avrupa’da zafere doymuyor, ligde erim eriyor. Ama sonra puan durumuna bir bakıyoruz. Neredeyse ligin ilk yarısı bitiyor, lider Galatasaray’la yedinci Trabzonspor arasında sadece yedi puan fark var! Sorsanız lider Cim Bom tereddütlü, ikinci Başakşehir’de içe sinmeyen şeyler var, üçüncü Fenerbahçe depresyondan yeni çıktı, dördüncü Beşiktaş muallakta.

Gerçek haber vermek
Aslında bu ‘şizofren’ ruh hali taraftar için son derece alışıldık. Sonuçta aklınızla değil duygularınızla takımınıza bağlısınız ve kaybedilen her puan kalbinizde bir yara açıyor. Kötü giden bir 90 dakikanın bitiminde sadece ve sadece kötülükleri görüyor, tepki gösteriyorsunuz. İngiliz edebiyatçı Nick Hornby bu ruh halini çok iyi anlatır, malum: Onun gibiler için takım mutluluk veren bir şey değildir. Tasa, vesvese ve anksiyete kaynağıdır, iç huzursuzluğudur. Ancak ve ancak sezon sonunda bir gevşeme gelir. O da biraz ve belki… İşin fıtratı bu!
Ama bizler gazeteciyiz. Taraftar gibi düşünemeyiz. ‘Onlar gibi’ olamayız. Bu iş bir mesafe ve soğukkanlılık işidir. Sayfanızı sarı-laciverte boyasalar da, sıkı taraftar olduğunuz için sizi işe alsalar da yaptığınız şeyin bir ‘iş’ olduğunu, hatta bunun kamusal bir görev olduğunu unutamazsınız. Sizin göreviniz taraftarın ruh halini gazeteye birebir yansıtmak değil, gazetecilik yapmak, objektif bir yerden yorumlamak, gerçek haberler vermektir. Kimsenin duygularını okşamak ya da yarasını kaşımak bu mesleğin tanımında olamaz.

Mazeret üretmiyor
Peki neden gazeteler sağduyunun değil ‘taraftarın’ sesi gibi hareket ediyor? Hayır, sanılan gibi de değil. Böyle yaptıkları için gazetelerin daha fazla sattığını gösteren hiçbir veri yok. Tersine tirajlar hızla baş aşağı gidiyor. Peki ne o zaman? Bir dolu sebebi var. Niteliksizleş(tir)me, ucuzlaş(tır) ma mesleğin spor dışındaki alanlarını da esir alan bir tehlike. Üstüne bir de spordan her yere virüs gibi yayılma, partizanlaşmayı ekleyin. Yetmedi mi? Bir de duygusal bir alanda makul olmanın zorluğunu koyun, işte böyle bir tablo çıkıyor. Ama hiçbir neden arkasına sığınılacak bir mazeret üretmiyor.
Ne olursa olsun, sadece bugünü yaşayan, geçmişle ve gelecekle bir devamlılık kaygısı olmayan, en reaktif ruh halini manşetlere taşıyan, gazetecilik diye sürekli bir didişmeyi öne çıkaran anlayıştan vazgeçmemiz gerekiyor. Çünkü bu yaklaşım böyle bir ortamı hayat alanı olarak gören yöneticileri, her şeyi fanatize eden kötücül taraftarlığı, kötü niyetli futbolcuları beslemekten başka bir şeye yaramıyor. Ve en kötüsü bu yaklaşım mesleğin tüm saygınlığını emiyor.
Şimdi devre arası geliyor. Futbolcular ayrı kampa girecek, hakemler ayrı, gazeteciler ayrı. Herkes kendine dönük bir sorgu yapacak. Biraz da bu konulara değinsek keşke, değil mi? Daha ne kadar inecek kayık, çıkacak kayık, in, çık, in, çık…

Önceki İçerikKadın yazarlar Nilay Yılmaz ve Ayşe Özyılmazel, Burak Yılmaz’ı kalemlerine doladı: Erkekliğin 10’da 9’u…
Sonraki İçerikŞansal Büyüka’dan sürpriz destek: Tudor’a helal olsun, dimdik ayakta!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz