Tarihi karar size de

lazım olabilir…

Bu yaz sıcaklarında bu kadar uzun yazı belki sizi sıkabilir… Ancak meslekdaşlarımın, özellikle de gerçek gazetecilerin bu yazıyı sonuna kadar okumasını tavsiye ederim. Bir yargıcın belki de bizden çok daha iyi anlattığı basın, gazeteci, gazetecilik kavramlarını göreceksiniz. Dava konusundaki isimleri özellikle yazmadım. Zaten yazımın konusuyla ilgili de değil. Sadece sanığın gazeteci-yazar, davacının kamu hukuku adına eski bir siyasi olduğunu söyleyeyim.  Önemli olan cesur bir yargıç, Mithat Ali Kabaali’nin vermiş olduğu ders niteliğindeki karar. İletişim fakülteleri alsın bu kararı gazeteci, yazar, medya mensubu olmak isteyenlere okutsun. İşte şu an emekli olan Mithat Ali Kabaali’nin Yüksek Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 19.09.2013 gün ve 2012 / 9885 Esas – 2013 / 22940 Karar sayılı ilamı ile OYBİRLİĞİ ile onanan ders niteliğindeki kararının yazıma konu olan bölümü:

Davanın sağlıklı olarak değerlendirilebilmesi açısından , yargıca göre , önce bir kısım özgürlükler ile gazetecilik mesleğinin kısaca tanımlanması  gerekmektedir.

Düşünme ve bunu açıklama ( Söz – Haberleşme ) özgürlüğü                :

 

İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik düşünen bir varlık olmasıdır. Düşünme , yanında bunu açıklayabilme özgürlüğünü de gerekli kılar.

İnsanların , bir konu hakkında düşünce ve kanaatlerini ; başlangıçta diğerlerine sadece konuşarak aktarması şeklinde başlayan ve yakın zamanlardan itibaren ( yazı – radyo – TV – sinema – İnternet ) kitle haberleşme araçları yardımı ile sürdürülen “ haberleşme özgürlüğü “ olarak adlandırılan hakkın serüveni , neredeyse konuşan ilk insanla beraber ortaya çıkmıştır.

Bir zamanlar “ Tanrının yeryüzündeki gölgesi “ olarak tanımlanan yöneticinin ; kişiliği ve davranışlarına yönelik eleştirilerin , bir çeşit küfür ve tanrısal iradeye karşı gelme olarak değerlendirildiği günlerde ; Bu dayatmaya karşı Kara Avrupa’sında 1215 yılında İngiltere’de MANGA CARTA LİBERTATUM ile başlatılan ; 1628 yılında PETİTİON OF RİGHTS ve 1679 yılında HABEAS CORPUS ACT ile sürdürüldükten sonra 1789 yılında Fransa’da ( aralarında o yöneticinin de yer aldığı ) tüm insanların ; doğuştan kardeş – eşit ve özgür olduklarının kabulü ile sonuçlanan özgürlük savaşı sırasında ; fısıltı gazetesi olarak tanımlanabilecek sözlü ifadeler ile elden ele dolaşan yazıların katkısı görmezden gelinemez.

Fransız ihtilalciler verdikleri savaş sonrasında düşünce ve onu açıklama özgürlüğünün ne denli önemli olduğunun farkına vardıklarından ötürü , Büyük devrimin gerçekleşmesinin ardından kaleme aldıkları LA D’ECLARATİON DES DROİTS DE L’HOMME ET DU CİTOYEN – İnsan ve Yurttaş Hakları Evrensel Beyannamesinin 11. maddesinde ; “ ……Fikir ve düşüncelerin serbestçe yayınlanmasının ve nakledilmesinin insanın en değerli haklarından biri……… “ olduğunu açıklamışlardır.

Kara Avrupa’sında bu gelişmeler yaşanırken Amerika’da da 1776 yılında yayınlanan VİRGİNİA BİLL OF RİGHTS bildirgesinde açıkça “ sansürsüz basın özgürlüğü “ her çeşit istibdat rejimine karşı tek güvence olarak nitelendirilmiştir.

Yayma olanağı bulunmadığı hallerde oldukça dar bir çevrede ve ancak sınırlı kişilere  hitap edeceği kuşkusuz olan haberleşme özgürlüğünün , gerçek anlamda değer  taşıyabilmesi için uzaktakilere de ulaştırılabilmesi gerekir. 1450 yılında Johannes Gutenberg tarafından icat edilen matbaa ancak bu takdirde bir anlam ifade eder..

Basın denilen araç olmadan , düşünce ve bunu ifade edebilme yani söz özgürlüğünün kullanılabilmesi olanaksızdır.

Bu açıdan bakıldığında DÜŞÜNCE ve SÖZ ÖZGÜRLÜĞÜ ile BASIN ve HABERLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ ,YARGICA GÖRE  “ SİYAM İKİZLERİ “ GİBİDİR.

 

Basın özgürlüğü ve sınırları                       :

Yukarıda da vurgulandığı üzere ; düşünme ve bunu açıklayabilme yani haberleşme özgürlüğü , basın özgürlüğünden bağımsız düşünülemez.

Basın ve haberleşme özgürlüğünün ilk önemli temsilci John Milton’un 1644 Kasım ayında yayınlanan AREOPAGİTİCA isimli eserinde her çeşit sansürden uzak basın özgürlüğünü savunmasının üzerinden yıllar sonra ; Amerika Birleşik Devletleri 1791 tarihli Anayasanın Ek 1. maddesine “ ……Congress shall make no law…abridging the freedom of speech or of the press …..“ yani ……kongre söz veya basın özgürlüğünü sınırlayan kanun yapamaz………… “ kuralını koyarak basın özgürlüğünü açıkça garanti altına alarak anayasal güvenceye kavuşturan ilk ülke olmuştur.

Ülkemiz açısından bakıldığında ise ; 1876 yılında I. Meşrutiyet ilan edilince Kanuni Esasinin 12. maddesine “ matbuat kanun dairesinde serbesttir “ kuralı getirilmiş ; 1908 yılında ikinci kez yürürlüğe konarken 12. maddesine “ Hiçbir vechile kablettab’ı teftiş ve muayeneye tabi tutulamaz.“ hükmü eklenmiştir.

1924 tarihli ilk Anayasamız “ Matbuat kanun dairesinde serbesttir ve neşir edilmeden evvel teftiş ve muayeneye tabi değildir “ kuralına yer verirken ; 1982 tarihli Anayasamızın 28. maddesinde “ Basın hürdür , sansür edilemez ”  denildikten sonra 5187 sayılı yasanın 3. maddesinde ……..Basın özgürdür. Bu özgürlük , bilgi edinme , yayma , yorumlama ve eser yaratma hakkını içerir……….. şeklindeki düzenleme ile bu özgürlüğün kapsamı belirtilmiştir. Anayasada “ Devlet , basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır “ hükmüne ayrıca yer vererek devlete bu konuda sorumluluk yüklemiştir.

BASININ GÖREV VE FONKSİYONLARI       :

Basının başlıca görevleri : Haber verme – Kamuoyunu oluşturma – Kamuoyu adına denetim ve eleştiri yapmak olarak sayılabilir .

Haber verme hakkı ( ve görevi ) ile sınırları                 :

 

Basının görevi ; kamunun genel yararlarını ilgilendiren tüm olaylar hakkında bireyleri objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak ; toplumun ilgi ve bilgisini çeken sorunlarda kamuoyunu düşünceye sevk edecek tarzda tartışmalar açmak ; bireyi toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak ; ülke yönetimini üstlenen yöneticileri eleştirmek ve uyarmak ; kişileri , yaşadıkları toplumun ve tüm insanlığın sorunları bakımından bilinçlendirmektir.

Özetle ; Basının , yansız ve özgür biçimde haber vermek ; bir düşünce ve görüşü tartışmak ; eleştirmek ; kamuoyunu aydınlatmak gibi görev ve fonksiyonları vardır. Basın bu görevini yerine getirirken , bazı kişi ve kurumları eleştirmek zorunda kalabilir.

Bu eleştirilerin sınırı ; Gerçeklik – kamu yararı ve toplumsal ilgi – güncellik – konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık olarak çizilebilir.

Haber verme hakkı bu sınırlar içerisinde kaldığı sürece , kişisel bir zarar oluşsa da bir hukuka uygunluk söz konusu olacaktır.

Kamuoyu oluşturma ve etkileme                :

Belli bir zamanda , bir toplumda sorunlar hakkında kişisel kanaatlerin bütünü olan ve o toplumdaki kişilerin karşılıklı etkileşmelerinden doğan genel bakış açısının ifadesi olarak tanımlanan kamuoyu üzerinde ; bilgilerin ve kanaatlerin oluşması ve şekillenmesi sürecini önemli ölçüde etkilediğinden ve seslendiği kitlenin sınırlarını da oldukça genişlettiğinden , günümüzde basın , halkın görüşlerinin oluşmasında çok etkin bir konuma ulaşmıştır.

Durumun farkında olan idareciler , tarih boyunca ; bu etkinin kırılabilmesi ve basının kontrolleri altına alınabilmesi için ; Başta , yandaş medya yaratma ; halkı gazete almamaya ve okumamaya davet etme ;  ekonomik açıdan destek yerine köstek olma ve vergisel denetim tehdidi altında tutma gibi pek çok farklı yönteme başvurmuş ; çoğu zaman geçici de olsa olumlu sonuçta almışlardır.

Basın seçimler dışındaki dönemde halkın sesidir        :

Özgürlükçü demokrasi düşüncesi ; kamusal çıkarlara ilişkin tüm sorunların açıkça tartışılmasını , toplumsal yarar açısından gerekli görür. Eskilerin “…… Barika-ı hakikat , müsademe-i efkardan çıkar…… “ olarak belirtikleri bu anlayış uyarınca , gerçeğin , karşılıklı görüşlerin çatışması ile ortaya çıkacağına inanılır.

Teke – tek tartışmalar bir yana bırakılacak olursa genele hitap eden fikirlerin çatışacağı  saha kural seçimler ve referandumlardır. Demokrasilerde halk , kamusal sorunlar hakkındaki görüş ve isteklerini genellikle 4 yılda bir ( ülkemiz için 5 yıl ) tekrarlanan seçimlerde veya  zaman zaman yapılan referandumlarda açıklayabilir. Halk , tercihini belirli milletvekillerini veya bir partiyi seçmek suretiyle belli eder.

Ancak ( genelde 1.5 ay süren ) seçim takvimi dışında ; geri kalan ve ortalama 48 ay süren uzun dönemde ise görüş ve isteklerini sadece basın aracılığı ile iletebilir. Bu açıdan ; basın , yurttaşların sesini duyuran bir araçtır. Ve yargıca göre bunun sesini kısmak yerine kulak vermek gerekir.

Basın demokratik rejimin sigortasıdır                 :

Yurttaşların , yönetimine katılma hakkını uygun ve etkin biçimde kullanabilmeleri için kitle haberleşmesinden yararlanmaları zorunludur. Çünkü halk her şeyi doğru ve eksiksiz olarak bilmeden , bildiklerini ve gördüklerini başkalarına duyurmadan devlet yönetimine etki edemez. Bu açıdan ; Basın aynı zamanda rejim için bir sigortadır.Çünkü bu yolla halktan gelen tepkiler zamanında algılanarak , devleti yöneten makam ve kişilerin dikkati çekilir. Demokrasinin güvencesi yurttaşların eleştirisel katkılarıdır.

Geçmişte , demokratik tepki yollarının , değişik yöntemlerle tıkanmak istenmesine üniversite gençliğin öncülüğünde karşı çıkan halkın ( Basın ve akil adamların tüm uyarılarına karşın ) sesine kulak vermek yerine duymazdan gelinmesinin ; Ülkenin Anayasa Hukuku Kürsüsü Profesörlerine ; başlangıç kısmında “ ..………Tarih boyunca bağımsız yaşamış  , hak ve hürriyetleri için savaşmış olan ; Anayasa ve Hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak devrim yapan demokrasiye aşık Türk evladı ……..” ibaresi bulunan bir Anayasa hazırlamak durumunda  kalmalarına sebebiyet verdiğinin unutulmaması gerekir.

Bu anlamda ;Yurttaşların sözcüsü basındır. Bu açılardan bakıldığında ;

Basın , kamuoyunun sadece sesi ve kulağı değil , aynı zamanda onu oluşturan ana güç ve ayrıca oluşan bu gücün de temsilcisidir.

Özetle ; Basın , kamuoyunu oluşturur , yönlendirir ve dillendirir. Bu yüzden çağdaş demokrasilerde kitle haberleşme araçları düzenin temel öğesi olarak kabul edilirler.

 

Denetim ve Eleştiri                    :

 

İnsan yaradılışının doğal bir sonucu olarak , en iyi yönetimlerde dahi kötü davranışlar ortaya çıkabilir. Etkin kontrol sistemi ile bu çeşit sapmaların önlenmesi ve daha iyisi bulunana kadar mevcutlar içinde en güzel rejim olan Demokrasinin güvence altına alınması olanaklıdır. Etkili bir kontrol ; ancak birbirinden bağımsız kurumlar tarafından  karşılıklı olarak yapıldığı takdirde sonuç verebilir..

Kamuoyu oluşturma ve etkileme bölümünde değinildiği üzere ; Halk ,  demokrasi ile yönetilen ülkelerde kamusal sorunlar hakkındaki görüşlerini 4 yılda bir tekrarlanan seçimlerde açıklar. Kural olarak demokratik hukuk devleti anlayışında seçimler temel öğedir.

Ancak demokrasi sadece seçimden ibaret değildir. “ Seçim sandığı bütün sorunların çözümüdür “ şeklindeki anlayış ; Bazen seçilmişlere “ ………..SİZ İSTERSENİZ HİLAFETİ BİLE GERİ GETİRİRSİNİZ…….. “ dedirtebildiğinden ve demokrasiyi araç olarak kullanıp iktidara geldikten sonra onu yok etmeye kalkışanlar çıkabildiğinden ; demokratik rejimler açısından bu anlayış kabul edilemez.

Bu tehlike yüzünden , özgürlükçü demokrasilerde , devlet yönetimini elinde tutanların sadece 4 yılda bir yapılan seçimler sırasında değil ; toplumsal ve siyasal güçler tarafından sürekli olarak denetlenmesi gerekir.

Devleti oluşturan kuvvetler                    :

 

İlk kez Aristo tarafından ileri sürülen ve 1748 yılında Montesquieu tarafından kaleme alınan “ DE I’ESPRİT DES LOİS “ isimli eserde de belirtildiği üzere ; Bir devlette iktidar ; yasama – yürütme ve yargılama olmak üzere üç türlü faaliyette bulunur.

Kuvvetler ayrılığı prensibi olarak adlandırılan ve 1982 tarihli Anayasamızın başlangıç kısmında yer verilen ilkeye göre , bu ayrım “ …………Organlar arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip , belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve işbirliği ………..” anlamındadır.

Anayasadaki teorik düzenlemeye karşın iş pratiğe geldiğinde , günümüzde aralarında Türkiye Cumhuriyeti’nin de olduğu pek çok ülkede ; yürütme gücünü elinde tutanların aynı zamanda parlamentoda sayısal çoğunluğa sahip bulunduklarından yasama gücüne egemen oldukları ; hatta bu denli olmasa da yargılama faaliyetine de etki ettikleri veya etkilemeye kalkıştıkları görülmektedir.

Siyasi Partiler ve Seçim Yasasının aksine bir kısıtlama getirmemesinden yararlanan siyasi parti liderlerinin ; milletvekili adaylarını çoğu zaman tek başlarına ( istisnaen parti delegelerin katılımıyla yapılan teamül yoklaması ile ) belirledikleri ve halkın da istediği aday yerine , tek seçicinin hazırladığı listedeki adaylara oy vermek durumunda kaldığı açıktır.

1983 yılından itibaren sıkça kullanılan bu yöntemle oluştuğundan ötürü kimi zaman bazı aydınlarca ağır şekilde eleştirilse de ; 5 yılda bir yapılan seçimler sonrasında seçilen 550 kişi ( Yüce Meclisi ) yasama erkini  oluşturmaktadır.

Kural olarak ; Cumhurbaşkanı en fazla oyu alan lidere hükumeti kurma görevi verir. Görevi alan lider ( aynı zamanda milletvekili adaylarını belirleyen kişi ) hazırlanan listeden Yüce Meclis’e girme hakkı kazanan sayın milletvekillerini ikinci elemeden geçirdikten sonra kabinesini hazırlar ; yasama organından güvenoyu aldıktan sonra kurduğu hükumet yürütme erkini meydana getirir.

Üçüncü kuvvet olup yetkisini Türk Ulusu adına kullanan yargı erkinin üyeleri ; Hukuk fakültesi mezunları içinden ; ( son dönemlerde ÖSYM tarafından yapılan yazılı yarışma sınavı kazananlardan ) aralarında yürütme erkine bağlı üyelerin çoğunlukta olduğu heyet tarafından  mülakata tabi tutulduktan sonra ; içinde yürütme erkinin üyesi Adalet Bakanı ve müsteşarının da bulunduğu 7 kişilik kurul tarafından mesleğe kabul edilir. Bundan sonraki atama – görevde yükselme – meslekten çıkarma kararları 7 kişiden oluşan Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından yapılır. Yargı erki bu yolla oluşturulmaktadır.

Kuvvetlerin denetimi                      :

 

Yürütme erki ; Anayasada öngörüldüğü şekilde ( Genel görüşme – gensoru – meclis soruşturması ) yolları kullanılmak suretiyle kural olarak yasama erki ve sınırlı hallerde yargı erki tarafından denetlenir.

Yasama erkinin ; teorik olarak yargı erki tarafından denetleneceği öngörülmüş ise de ;  Yasama dokunulmazlığı adı altındaki düzenlemenin sadece Yüksek Meclis’teki çalışmalarla sınırlı kalması gerekirken , uygulamada oldukça geniş bir alana yayılması sonucu oluşan zırh yüzünden sağlıklı şekilde işlediği söylenemez.

Yüksek Meclis’in vereceği dokunulmazlığı kaldırma kararı olmadıkça ; ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri hariç bir sayın milletvekilinin yargılanması olanaksızdır.

Yargı erkinin denetimi kendi içindedir. Mensuplarının kararları Yüksek Mahkemeler tarafından hukuka uygunluk açısından incelenir. Ayrıca 2 yılda bir yapılan olağan denetimler ile bunun dışında ( olağan dışı yol ) şikayetler üzerine doğrudan Adalet Bakanına bağlı Teftiş Kurulu müfettişleri tarafından denetlenir. Böylelikle yürütme organı eşiti sayılmasına karşın yargı erki üyelerinin alımı ve atanması ile denetimi üzerinde söz sahibi olur.

Karşılıklı kontrol sisteminde ; bunun bir an makul olduğu düşünülse bile , yürütmenin başı olan Sayın Cumhurbaşkanının yetkileri dikkate alındığında ; etkinin göründüğünden çok fazla olduğu anlaşılacaktır.

Askeri darbeler sonucu devlet başkanlığına gelenler ile Ahmet Necdet SEZER dışında kalan Sayın Cumhur başkanlarının ; Genel olarak bir siyasi parti liderliği veya üyeliğinden gelmeleri gerçeği karşısında , seçildikten sonra son derece tarafsız davranacakları en azından tartışmasız kabul görecek bir gerçek değildir.

Sayın Cumhurbaşkanının gerek 7 kişilik ( yürütme organının üyeleri çıkartıldığında aslında 5 olan ) Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulunun tüm üyelerini ve gerekse Anayasa Mahkemesinin tüm üyelerini bizzat ataması dikkate alındığında ; Yargı üzerinde yürütme erki lehinde önemli bir üstünlük bulunduğu tartışmasızdır.

Teorik olarak ( Yargıcın bu senaryosunun kişi veya kurum veyahut ülkelerle ilgisi yoktur tamamen hayalidir ) ; Böyle bir sistemin bulunduğu ülkede ; Cumhurbaşkanlığı ile genel seçimlerin aynı döneme denk geldikleri ; Tek kişi tarafından hazırlanan aday listesinin , halk tarafından tercih edildiği ; Yüce Mecliste çoğunluğa sahip liderin , Sayın Cumhurbaşkanı veya vekilinden aldığı görevlendirme ile hükumetini  kurup parlamentodan güvenoyu aldığı ; Kısa bir süre sonra başbakanlığı emin bir arkadaşına teslim ederek Cumhurbaşkanı olduğu ;     Tam bu sırada Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulunun meslekten gelen üyelerinin doğal veya doğal olmayan yollarla ( süre bitimi veya ölüm ya da istifa ile ) görevden ayrıldıkları ; Sayın Cumhurbaşkanının da boşalan üyeliklere önceden tanıdığı ve kendine belki kardeşinden yakın gördüğü yargıçları seçtiği takdirde durum ne olacaktır ?

Yanıt basit ama tablo korkunçtur. Yasama – yürütme ve yargı tek elde toplanacaktır.

Dördüncü erkin ortaya çıkış nedenleri           :

Yukarıdaki senaryodaki kadar kötümser olmasa da ; sadece Türkiye Cumhuriyeti açısından değil , gelişmekte olan ülkelere genel olarak bakıldığında ; içinden çıktığı yasama erkinin denetim yollarını fiilen kapatan ve bunun yanında teorik olsa da üyelerini bizzat seçerek yargı erkini etkisi altına alabilen yürütme erki nasıl denetlenebilecektir ? Ayrıca bu 3 erkin , aynı devlet gücünün , değişik görünüşleri olması gerçeği karşısında denetim ne ölçüde başarılı olacaktır ?

İşte bu açık gerçek çağdaş demokratik düzenlerde diğer üç erkten tamamen bağımsız dördüncü bir erke ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur.“ kontrol erki “ adı verilen bu gücün görevinin , devlet mekanizmasının işleyişini denetleme ve eleştiri yolu ile sapmaları önleme olduğu kabul edilmektedir.

Kuşkusuz muhalefet partileri , sendikalar , odalar ve birlikler ile sivil toplum örgütleri denetleme kurumlarıdır. Ancak bu kurumlar içinde sahip bulunduğu konum ve bağımsızlıktan ötürü devlet mekanizmasını en iyi ve etkin biçimde denetleyebilecek yegane güç basındır.

Bu nedenle , yakın zamandan itibaren basın , yasama , yürütme ve yargılama erkleri karşısında tamamen bağımsız bir kontrol gücü “ dördüncü erk “ olarak görülmektedir.

Bir an yukarıdaki senaryoya devam edilse ve Sayın Cumhurbaşkanının seçtiği kurulun Sayın üyelerinin toplanarak ; ( Hiçbir hukukçunun itiraz etmeyeceği iş yoğunluğu gerekçesine  dayanarak ) yeni bir Ağır Ceza Mahkemesi kurulmasına ; Mahkemenin başkan ve üyeliklerine   görüşlerini bildikleri yargıçların atanmasına karar verse ( karara karşı yargı yolu kapalıdır ) ; Görevlendirilen yargıçların Mahkeme binası yerine “ yumru ada “ isimli girişi izne bağlı bir adada ; soruşturma ile özdeşleşen savcılar tarafından hazırlanış şekli sert tartışmalara yol açan iddianameye dayanarak yargılamaya başlasa ; Bir de gizlilik kararı verip salona kimseleri almasa ; Orada neler olduğundan kim – nasıl haberdar olacak ve  hukuki ihlal varsa buna kim itiraz edebilecektir ?

Soru zor gözükse bile yanıtı basittir. Bu görevi sadece basın yapabilecektir.

Çarpıcı olması açısından Münevver KARABULUT cinayeti değerlendirmek yeterlidir. Yargıca göre ; Basın , ilk kez siyasi olmayan bu olayda kamuoyunu arkasına alarak artan gücü ile birlikte konuyu ısrarla takip ederek sonuç alınmasını sağlamıştır.

Kamusal yaşantıdaki kusurlu davranışları etkin biçimde sergileme özelliğine sahip  olan basının en önemli kamusal görevi ; kamusal yaşantının kontrolü ve eleştirisidir.       Doğal olarak bu görevini kişi ve makam farkı gözetmeden yapmalıdır.

Demokratik hukuk devletinde ; basının böyle bir fonksiyonu vardır. Bu fonksiyonun yerine getirilmesi , basın için hem hak hem de bir görevdir.

Dördüncü erkin denetimi          :

Basın , haberleri toplayıp yayınlayarak , sorunlar karşısında vaziyet alarak , eleştirerek veya başka bir yolla görüşlerin oluşmasına katkıda bulunarak son derece önemli bir kamusal görevi yerine getirmektedir.

Basının görevini yerine getirebilmesi için ona bazı ayrıcalıklar verilmesi gerekir. Bu ayrıcalık ve özgürlük , özel olarak meslek mensuplarına sağlanan imtiyaz değildir. Onlardan ziyade toplum ve insan çıkarları gözetilerek tanınmıştır.

Amerikan Yüksek Mahkemesinin , New York Times gazetesine karşı şerif Sullıvan tarafından açılan davada verdiği kararında ; Özetle “ ………… Gerçeğe aykırı olsa da genel olarak ifadelere gereken korumanın gösterilmemesi ; gerçek ifadelerin açıklanmasında bir isteksizlik ve çekingenlik doğurabilir. Zira doğru bir ifadenin içinde bir parçacık yalan bulunmayacağının kesin garantisi yoktur.  O halde gerçeğe aykırı ifadelerin tümden koruma alanı dışına çıkarılması ; kişilerde kendi kendini sansür ( oto sansür ) etme eğilimleri doğurabilir ve bu eğilimden de en çok zararı toplumsal önemi olan sorunların kamuoyunda tartışılması şeklindeki menfaat görür…………..….” diyerek kamu görevlilerine yapılan hakaret fiillerinde kötü niyetli olmadıkça , yani bilerek ve kasten gerçeğe aykırı verildiği belirlenmedikçe bu hakkın sınırlanamayacağı sonucuna varmıştır.

Yüksek Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.11.1998 günlü kararında ; “ …. Politik alanda yer alıp ülkeyi yönetme isteğinde olanlar ; toplum içinde edindikleri imajdan kolay kurtulamazlar. Bu yüzden sık sık tartışma ve eleştirilerin odağını oluştururlar. Siyaset sahnesinin kişileri kendilerine yönelen alkışlar kadar bazen sert eleştirileri de karşılamak durumundadırlar….” ; Yine 14.10.1998 günlü bir başka kararında da “ …… Basında yer alan haber / yazı , yorum ve eleştiriler kişilik haklarına saldırı oluştursa bile gerçek ve güncelse , açıklanmasında kamu yararı varsa ve anlatımda özle biçim dengesi taşıyorsa hukuka uygun kabul edilir. Davaya konu haber / yazının dayanağı olan olgular gerçek olduğuna göre , kimi yan noktalar ve eleştirinin sert olması heber / yazıyı hukuka aykırı kılmaz. Tersi durumda ,  basın özgürlüğü ve düşündüğünü anlatım hakkı kısıtlanmış ve hatta tazminat sorumluluğu korkusu içinde basın işlevini yerine getiremez olur …” denmek sureti ile basın özgürlüğünün geniş yorumlanması yönünde tutum takınmaktadır.

Basın mensubu kimdir ?           :

 

Yukarıda kavram olarak ele alınan ; haber verme hak ve görevi bulunan ; kamuoyunu oluşturan ve etkileyen ; yeri geldiğinde halkın sesi ve rejimin sigortası olan ; devleti oluşturan üç kuvveti denetleyen ve eleştiren ; Düşünme ve haberleşme hürriyetinin teminatı oluşturan basın soyut bir kavramdır.

Bu soyut kavramın içerisine ; şair – yazar – çizer – gazeteci –  muhabir girdiği takdirde ete ve kemiğine bürünür. Somutlaşır.

Herkesin benzemek istediği bir politikacı , sanat adamı , meslek sahibi , sporcu , aktör  ve benzer kişi mutlaka vardır. Ancak ilham aldığı ve kişiliğini şekillendiren sonuçta ya bir yazar veya çizerdir. Antakyalı şair Sabahattin YALKIN’ın deyiminden yola çıkıldığında ; Yazar ülkenin canlı bilinci olarak ta  tanımlanabilir.

Böylesine ağır sorumluluk altında olan ; bir kısım mensuplarınca “ yalaka – dönek “ olarak adlandırılan ; her iktidar değişikliğinden sonra önceden savundukları ilkelerinin tersini söyleyerek yeni seçilenlere olmadık methiye düzenler ile işten anlamamasına karşın sırf güç kazanma ve saygı görmek amacıyla basın sektörüne giren patronlarına ; sadakat adına ruhunu “ Faust “ gibi satanların oluşturduğu küçük ve mutlu bir azınlığın dışında ; Geri kalan ezici çoğunluğunun idealist bir yaklaşımla yapmaya çabaladığı bu görevin , yargıca göre , takdirle karşılanması ve desteklenmesi gerekir.

Bu bağlamda ; yargıca göre , kişisel özgürlükler ile basın özgürlüğü arasında bir tercih yapmak zorunda kalındığında ; Bir kısmının yandaş medya sıfatı ile anılmasına ; Bir kısmının taraf tutarak gerçekler yerine çıkarlar doğrultusunda yıpratma haberler yaptığı yönünde ( son zamanlarda sıkça dile getirilen kısmen de haklı görülen ) eleştirilere rağmen ; Basının iyi taraflarının , kötü yanlarına nazaran çok fazla olması karşısında ; Onların ağzını tıkayarak ve kollarını bağlayarak susturmak yerine , idealist mensuplarının da katkısı ile özlenen seviyeye geleceğini umarak kasta dayanmayan kusurlarının hoş görülmesi gerekir. 

Bu gerekçelerin dışında ; Ayrıca 06.04.1909 yılında “ Serbesti Gazetesi “ başyazarı Hasan Fehmi’nin öldürülmesi ile başlayıp Ümit KAFTANCIOĞLU – Abdi İPEKÇİ – Çetin EMEÇ – ( yargıcın ilk görev yeri Diyarbakır / Hani’den arkadaşı Yaşar AKTAY ) – Uğur MUMCU – Turan DURSUN – Musa ANTER – Metin GÖKTEPE – Ahmet Taner KIŞLALI ile devam eden son olarak 19.01.2007 günü “ Agos Gazetesi “ başyazarı Hrant DİNK’in katli ile şimdilik durduğu düşünülen ; sırf gazeteci olduklarından dolayı katledilenler ile sırf diğer erklere mensup olduklarından ötürü öldürülenler arasında sayısal karşılaştırma yapıldığında ; Gazeteciler aleyhinde ezici bir fark bulunması karşısında ; Canları pahasına yaptıkları bu işte onları kısıtlama yerine , basının özgürlüğü ve kamuoyu adına yaptığı denetiminden yana tavır almak gerektiği kanaati ile aşağıdaki sonuca ulaşılmıştır.

SONUÇ NİTELİĞİ                        :

 

Toplumları çürüten yolsuzluklarla topyekün mücadele edilebilmesi açısından ; kamuoyu oluşturmak ve bireyleri bilinçlendirmek için basının çekinmeden bu tür olayların üzerine gitmesi gerekir. Tekrara düşülse bile ; Yargıca göre bu bir hak olmaktan ziyade aynı zamanda basının üstlendiği rol nedeniyle başlıca görevlerindendir.

Bu açıdan bakıldığında basının yeri geldiğinde ve sınırları içerisinde kalmak kaydıyla her üç erki ve mensuplarını da eleştirebilmesi gerekir.

….

Yakın geçmişte ; basına konu olması nedeniyle açığa çıkan bir çok irili-ufaklı çıkar ilişkisinin varlığı karşısında , kamunun kulağı ve ağzı olan basının , halkın çıkarlarını gereği gibi koruyabilmesi açısından ; Yüksek Yargıtay”ın çizdiği çerçeve içinde kalmak kaydı ile ; yasama erki üyesini de rahatlıkla eleştirebileceğinin kabulü gerekmektedir.

Yargıca göre ; bu yazı , toplumu koruma açısından basının yaptığı uyarıdan ibaret olup ortada bir hukuka uygunluk söz konusudur.

Politikacılar alkışlar kadar eleştiriye de açık olmalıdır kuralı gereğince bir dönem bakanlık yapan ve halen milletvekili olup kamuoyuna mal olan katılanın şahsına yönelik eleştiriyi hoşgörü ile karşılaması gerektiği vicdani kanaati ile aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.

 

K A R A R                              :

 

1-) CMK’nun 223 / 2 – ( d ) maddesi gereğince sanığın atılı suçtan BERAATİNE ;

2-) CMK’nun 327. maddesi gereğince karar sonucuna göre yargılama giderlerin kamu üzerinde bırakılmasına ;

Kararın tefhim yada tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde mahkememize verilecek bir dilekçe veya yazmana yapılacak sözlü bildirimle Yüksek Yargıtayca incelenmek üzere temyiz edilebileceğine ;

Önceki İçerikGomez gelirken 3 soru sormuş; Biri Şenol Güneş. Diğeri Gökhan Töre. Üçüncüsü de…
Sonraki İçerikBundesliga uzmanı Hüseyin Özkök, Gomez’i yazdı: Demba Ba onun başarılarının yakınından bile geçemez…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz