Cüneyt Tanman: “Fenerbahçeli ve Beşiktaşlılar kıymetimi daha çok biliyor”

Cüneyt Tanman, 4-4-2 Dergisi’ne konuştu:
Profesyonel futbolcu olana kadar nasıl bir hayatınız vardı? Babanız subaymış, sizden asker olmanızı istemedi mi?
Babam çok disiplinli bir adamdı ama beni bunaltmadı çünkü ben de ona benziyordum. Sporu çok seviyordum. Öğle yemeği için okuldan eve gitmez; futbol, basketbol, voleybol, ne denk gelirse oynardım.

Basketbolla ilgili nasıl bir geçmişiniz var? Can Bartu gibi olacak kadar iyi miydiniz?
Yeşilyurt Spor Kulübü’nde, 14 yaşımda A takım maçlarında oyuna giriyordum. Futboldan çok daha iyiydim ama sonra önceliğim futbol oldu. Basketbol o zaman bugünkü gibi değildi, futboldan para kazanmaya başlamıştım.

Galatasaray altyapısına nasıl girmiştiniz?
Galatasaray’ın kamp yaptığı bir yerin yanında arkadaşlarla maç yaparken beni beğenmişler, hemen takıma aldılar.

Yaşınız tam olarak kaçtı?
Yanlış hatırlamıyorsam 13 yaşımdaydım. İlk maçlarımda ofsayta düşmeden nasıl gol atılacağını bile bilmiyordum ama çok istekliydim. Yeşilköy’den Ali Sami Yen’e bir gelişim var ki görmeniz lazım!

IMG_2040

Brian Birch sizi nasıl bir sistemle yetiştirmişti?
Brian Birch’le birlikte Türkiye’deki antrenman teknikleri değişti. Daha fazla koşmaya, halterlerle çalışmaya başladık. Arka arkaya üç yıl şampiyon olan, fiziğiyle rakiplerini ezen bir Galatasaray vardı. 16 yaşımda 160 kilo halterle çalışıyordum. Yan pas yapan futbolculara çok sinirlenir, kanat organizasyonlarına çok önem verirdi. O tarihlerde iyi takımlar liberolu oynarken bize tandem oynamayı öğretmeye başlamıştı. Savunmadaki dörtlüyü birbirine iple bağlayarak çalıştırırdı.

A takımla maçlara çıkmaya başladığınızda kaç yaşındaydınız?
17 yaşımda A takımda oynamaya başlamıştım. İlk maçımı Mustafa Denizli’nin yıldızı olduğu Altay’a karşı, İzmir’de oynadım. İkinci maçımda karşımda Fatih Terim vardı. Adana Demirspor’da oynarken Ali Sami Yen’de bizi 1-0 yendiler.

Mustafa Denizli’ye mi, yoksa Fatih Terim’e mi rakip olmak daha zordu?
Onlara karşı oynadığım zaman Galatasaray’da oynuyorum diye havalara uçan, telaşlı, heyecanlı bir genç olduğum için rakiplerimin farkında değildim. Tabii onlar kendi takımlarının krallarıydı.

Fatih Terim’le takım arkadaşı olduktan sonra neler yaşadınız?
Galatasaray’daki ilk günlerinde santrfor oynuyordu, sonra liberoya döndü. Çabuk ve teknik bir oyuncuydu. “Samantha” lakabını da o dönemde almıştı. Daha deli doluydu. İstanbul’a adapte olmakta biraz zorlandı, gazetecilerle ve takımdakilerle gerginlikler oldu. Defansa geçtikten sonra kalitesini daha rahat gösterdi. Takımda kendisinden büyük futbolcular olmasına rağmen liderlik yapmaya başladı. Biraz kabadayı bir tarafı da vardı!

Sizin anlaşmazlık yaşadığınız oldu mu?
Hiçbir zaman saygıda kusur etmedim. Uyumlu bir insanım ama bana sertlikle anlatılan konulardan hoşlanmam. O nedenle teknik direktörlerle zaman zaman sıkıntılar yaşadım. Derwall’le, Mustafa Denizli’yle tartışmalarımız olmuştu. Mustafa Denizli beni kadro dışı bırakmıştı. Basının bundan haberi yoktu çünkü sakat olduğumu söylüyorlardı. İki-üç maç oynamadım. Sonra Tugay’ı stoper oynatmaya başladılar. “Tugay bana bir daha forma vermez” diyordum ama Trabzon’da 3-0 mağlup olduktan sonra yine bana kaldı iş. Yoksa “gizli kadro dışı” olmaya devam edecektim.

IMG_2004

Derwall yazdığı kitapta sizin için “Cüneyt benim kaptanımdı. Çok düzgün karakterli bir futbolcuydu ama maalesef fazla alçakgönüllüydü” demişti. Sonra aranızı nasıl düzelttiniz?
Ondan önce A takımda ilk 11 oynuyordum. Geldiğinde yedek kulübesine demir attım! Sonra beni takıma bile almamaya başladı. Başkanımız Ali Uras’a gidip “Derwall beni oynatmıyor, kiralık gitmek istiyorum” dedim. Tam da o hafta Galatasaray, Eskişehirspor deplasmanında 3-0 mağlup oldu ve hoca rotasyona gitmek zorunda kaldı. Ondan sonra oynamaya başladım ve her şey iyiye gitti.

Bundan önce Giresunspor’a kiralık gönderilmiştiniz. Orada neler yaşadınız?
1975-76 sezonuydu, 18 yaşımdaydım. Fenerbahçe’nin eski kalecisi Datcu’nun da olduğu iyi bir takımdık. Çok başarılı bir sezon geçirmiştik.

Galatasaray’da kaç yıl kaptanlık yaptınız?
Fatih Terim’den sonra 1991’e kadar kaptanlık yaptım. Son şampiyonluk dönemi geldim, 14 yıl şampiyon olamadık. Bütün dönemi ben yaşadım ama şampiyonluğu da ben gördüm! Derwall zamanı bir kere şampiyonluğu averajla kaçırdık.

14 yıl boyunca şampiyon olamamış takıma kaptanlık yapmak nasıl bir deneyimdi? O psikolojideki bir takımı nasıl toparlıyordunuz?
Kaptan olmak kolay değil. Kamptan kaçanlar oluyor, yanlış yapanlar oluyor, kavgalar çıkıyor… Ele avuca sığmayan çok futbolcu vardı ama ben hiçbiriyle yüz göz olmazdım. Mesela Hagi iyi bir profesyoneldi ama kolay bir oyuncu değildi. Her teknik direktör onunla çalışamaz. Çok sinirli ve teknik direktörün otoritesini sarsan bir oyuncudur. Fatih Terim’in onu yönetebilmesi önemli bir başarı çünkü burada egolar devreye giriyor, ilişkileri başkalarının aracılığıyla kurmak gerekebiliyor. Futbolcular benim için “Kaptan hakkımızı aramıyor, paralarımızın peşine düşmüyor”; yöneticiler “Yaşlandıkça çenesi düştü, herkesi bu azdırıyor!” diyordu.

Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun olabildiniz mi?
Eksiklerimi kurslarla kapatarak bir şekilde diplomamı aldım. Kamplarda herkes oyun oynarken ben ders çalışıyordum.

Fatih Terim pokere çağırmıyor muydu?
Kağıt oyunları çok oynanırdı o dönem. Samsun’daki bir maçta yenildik. Akşam bir grup yatakta kağıt oynuyor, iki kişi de cin tonik söylemiş. Kapı açıldı, içeri elinde tepsiyle menajerimiz girdi, tepsiyi alıp duvara yapıştırdı. Yataktaki oyunculardan biri küsüp İstanbul’a döndü. İşler kötü giderken takımda kavga gürültü çok olur. Biz de 14 yıl şampiyon olamamış bir takım olarak neler yaşadık tahmin edersin. Paralar ödenmiyor, pirim yok, dedikodular, kavgalar…

IMG_2038-810x1024

Futbolculuğunuzda karşılaştığınız Rıdvan Dilmen, Ali Kemal Denizci, Cemil Turan gibi “pırpır” futbolcularla unutamadığınız pozisyonlarınız oldu mu?
En çok zorlandığım futbolcu Rıdvan’dı çünkü sabun gibi kayardı! Sizi lafa tutar, yapacağını yapardı! Onun kadar hızlı düşünen ve doğru kararlar veren başka bir futbolcu görmedim. Ankara’da bir maçta Rıdvan sakattı, kadroda yok diye seviniyorduk. Bir baktık yedek çıktı, ikinci yarıda biz 2-0 öndeyken oyuna girdi ve maçı 3-2 kazandılar.

Futbolu hiç kırmızı kart görmeden bıraktığınız doğru mu?
Görmedim ama görebileceğim pozisyonlar olmuştu. Hakemler bana kırmızı kart göstermedi. Maçlarda koruduğum için hakemlerle ilişkilerimiz iyiydi. Herkes onlara yüklenirken futbolcuları ben sakinleştirirdim.

1989 Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı finale giderken Rapid Wien maçında Galatasaray’ın iki golünden birini siz atmıştınız… En unutulmaz maçınız bu olabilir mi?
Şampiyonlar Ligi yarı finalinde oynamış gibi olduk. O tarihte turnuvaya sadece şampiyonlar katılıyordu; yani bugünkü ligden daha rafine bir organizasyon söz konusuydu. Simovic, Semih Yuvakuran, Erhan Önal, Prekazi, Erdal Keser, Tanju Çolak… Çok iyiydik. Milli Takım’da da Rıdvan ve Tanju’yla, Oğuz Çetin’le, Ünal Karaman’la oynadım. Onlar bize iş bırakmıyordu.

Derwall zamanında forvette iyi işler çıkardıktan sonra geriye çekilmek zor gelmedi mi? 1985-86 sezonunda 11 golle Galatasaray’ın o sezon en çok gol atan futbolcusu olmuşsunuz…
O sezon takım olarak az gol atmıştık ama ben çok attım. Orada da tamamen santrfor oynamamıştım. Mustafa Denizli daha çok oynatmıştı beni. Şansızdım biraz çünkü çok topum direkte patlıyordu, daha çok asist yapıyordum. Orta saha başladım, santrfor da oynadım ama benimki ihtiyaçtandı. Daha ziyade etrafıma yardımcı oluyordum. Gol de atıyordum ama taraftar isim ve çok gol bekliyor. O yüzden stoper oymak istiyordum.

İngiltere Milli Takımı kalecisi Peter Shilton’un jübilesi için Dünya Karması’na nasıl davet edilmiştiniz? Ali Şen neden Fenerbahçeli bir futbolcuyu değil de sizi seçti?
O tarihlerde başkanlar birbirlerine yardım eder, futbolcular rakiplerine saygı duyardı. Şikeler bile hatır şikesiydi! O karmaya nasıl çağırıldığımı hatırlamıyorum ama gönderenin Ali Şen olduğu doğru. Benim için unutulmaz bir hatıra oldu.

Aynı yıl aslında futbolu bırakmaya niyetlenmişsiniz. Hem de 5-1 biten bir Fenerbahçe derbisinden dolayı… Neden böyle bir şey yaptınız?
Maça çok iyi başlamıştık ama Aykut penaltıdan bir gol attı. Zaten hep öyledir. Kadıköy’e “Bu sefer mutlaka!” diye gidersiniz, ondan sonra bir hakem kararı maçı değiştirir ve sinirlenip dağılırsınız. Ben güzel bıraktım ama! Son derbide Fenerbahçe’yi 4-1 yendik.

Galatasaray’ın Kadıköy’de kazanamamasının sebebini hep hakem hatalarına mı bağlıyordunuz?
O tarihlerde Ali Şen’in önemli bir ağırlığı vardı ve aklımızdan “Kesin bir şeyler yapmıştır!” diye geçiriyorduk. 14 sene şampiyon olamadığımız için hep şampiyon olanların bir kurguyla olduğunu düşünürdük. Bizim zamanımızda durum kısmen daha iyiydi çünkü tribünler yarı yarıyaydı. Stat büyüdükten sonra fiziki baskı daha da arttı. O atmosferi hep sağlıyorlar. Bir şekilde “Buradan çıkış yok!” duygusunu hissettiriyorlar.

Şimdi bunların paranoya olduğunu mu düşünüyorsunuz?
O dönemde teşvik pirimi aleni gibi bir şeydi. “Herkes yapıyor, bizim yöneticilerimiz niye yapmıyor?” diye hayıflanırdık. Her kulübün bu işleri bağlayan bir uzmanı vardı. Büyük takım futbolcularına doğrudan böyle bir şey teklif edilmiyordu ama Anadolu takımlarındaki futbolcular paralarını alamadığından böyle maçları heyecanla beklerdi!

1990’ların başında bir grup Fenerbahçe taraftarının size küfretti diye başka bir Fenerbahçeli grupla kavga ettiği doğru mu?
Kadıköy’deki bir maçtan sonra arabayla Fenerbahçeli taraftarların arasında kaldım. Bir grup küfür ediyor, bir grup da onları engelliyordu. Beni savunuyorlardı çünkü ben hiçbir Fenerbahçeli futbolcuya saygısızlık yapmadım. Şu an Galatasaray taraftarlarından çok Fenerbahçelilerin övgülerini alıyorum zaten! Galatasaray’da yöneticilik, menajerlik yaptıktan sonra eleştiriler başladı ama Fenerbahçeliler ve Beşiktaşlılar beni hâlâ saygılı kaptan olarak hatırlıyor. Kıymetimi daha çok biliyorlar.

Galatasaraylılardan neden bu kadar çok tepki gördüğünüzü düşünüyorsunuz? Zamanı geri alma şansınız olsa bu görevleri yeniden kabul eder misiniz?
Şartları başka şekilde koymak isterdim. O da pek mümkün değil. Son yönetimle işe başlamadan önce yeniden yönetici ya da menajer olmamak konusunda kararlıydım ama sonra başıma gelenleri biliyorsunuz.

Sabri’yi kadroda tutmak nasıl bir güç istiyordu? Neden ısrarcı oldunuz?
Göreve geldiğimde üç kupa kazanmış bir takım vardı. Kupalar diğer kulüplerin zaaflarından da faydalanılarak alınmış ve başarı rehavet getirmişti. Beni yönetime davet edenlerin ne istediklerini sonradan anladım. Tanınmayan bir yönetimin, tanınan yüzü olmamı istediler. Bir vazo gibi kullanıldım! Yöneticilerle ve Hamza Hamzaoğlu’yla anlaşamadığımız konular oldu. Sabri’nin sözleşmesi de belirli nedenlerden dolayı yaptığım işlerden biriydi. Sadece o da değil; Bir Çanakkale seyahatinde muhabirler Zlatan Ibrahimovic’le alakalı bir şey sordu. Başkan cevap vermek istemedi. İş başa düşünce ben de “Mümkün değil” dedim. Ayranımız yok içmeye! Yönetim “İstersek alabiliriz” havası yaratmak istiyordu ama günah keçisi bendim. Üç kupa almış teknik direktör “Ben Sabri’yle devam ederim, Tarık Çamdal’ı da devreye sokarım” diyorsa orada frene basıyorsunuz. Bunlar isteyerek yaptığım şeyler değildi. “Sabri’yi Cüneyt istedi”, “İbrahimovic’e o karşı geldi” oldu sonra!

Galatasaray’dan önce Milli Takım’da da menajerlik yapmıştınız. Teknik direktörlüğü hiç düşünmediniz mi?
Mustafa Denizli teknik direktör olduğunda bana “Eşofman mı, elbise mi?” diye sormuştu. Yıllarca eşofman giydiğim için takım elbiseyi seçtim. Aslında bunu tercih etmesem teknik direktör yardımcısı olarak işe başlayacaktım. Menajerlik yanlış bir seçimdi. Antrenör olsam daha fazla yöneticilik yapabilirdim çünkü diğerinde parayı verenlere alkış tutmaktan başka bir şey yapamıyorsunuz! Bu yüzden hem Milli Takım’da, hem de Galatasaray’da verilen görevleri kendi inisiyatifimle bıraktım. (FourFourTwo)

Önceki İçerikMedyada sürpriz karar! Eski futbolcu ve menajer, spor müdürü oldu…
Sonraki İçerikHami Mandıralı: Ne istifası?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz