“Reha Muhtar beyaz desene…”

Vogue restoranın terasında, rahmetli annemle, babamla, kundakta 15 günlük çocuklarım ve büyük kızımla oturduğum öğle üzerini hatırlıyorum şimdi…
***
Beşiktaş’ın bundan önceki son şampiyonluğunu yaşadığı gün o gün…
Aşağıdan şarkılar söyleye söyleye, tezahüratlar yaparak Beşiktaş çarşısından; Dolmabahçe’ye öbek öbek insan yürüyor…
Yeni doğmuş çocuklarım kundakta uyuyorlar… Anneleri, abileri, ablaları yanlarında…
***
İki çocuğumun doğduğu yıl; Beşiktaş ligde ve kupada iki şampiyonluk birden kazanıyor…
Çok duygusalım o gün…
Dokunsan ağlayacak denir; bana dokunmadıkları halde kendi kendime ağlıyorum…
***
Gözümden akan yaşlara hakim olamıyor; güneş gözlüklerimle durumu kamufle etmeye çalışıyorum…
***
Vogue restorandan Akaretler’e indiğimde; kundaktaki çocuklarımı taşımaya çalışırken; bir grup Beşiktaş’lı taraftar beni görüyor…
-“Reha Muhtar ‘Beyaz’ desene…” diye tempo tutmaya başlıyor…
***
Aynı tribünden gelen insanların arasındaki görünmez bağ; hayatın en derinlikli bağlarından birisi oluyor;
***
Onlar “siyah” dedikçe ben “beyaz” çekiyorum; iki üç kere…
“En büyük” diyorlar…
-“Beşiktaş” diyorum…
***
Kundaktaki çocuklarıma bakıyorum…
Mışıl mışıl uyuyorlar…
Uyanıp babalarını görseler, bir an için büyük gibi düşünebilseler ‘ne söylerler babalarına acaba’ diye içimden geçiriyorum…
KUNDAKTA BAŞLAYAN BİR AŞKIN, YEDİ YIL SONRAKİ ÇİÇEĞİ   (2)
Üzerinden yedi yıl geçiyor bu olayın…
Çocuklar büyüyorlar…
Yedi yaşına geliyorlar…
Önceki gün; annelerine çocukların pasolig kartlarını gösterirken;
-“Akşama doğru senden alırım çocukları… Gece geri getiririm… Şampiyonluk maçı var Beşiktaş’ın… Götüreyim onları maça…” diyorum…
***
İki elime sıkı sıkıya sarılıyorlar…
Yol boyu meşaleler, dumanlar, toma’lar, barikatlar, izdihamlar göre göre yürümeye babalarına tutunmuş iki minik elle birlikte…
***
Bir taraftan kendi kendime düşünüyorum… -”Böyle bir izdihamın ortasına getirmekle yanlış mı yapıyorum acaba… Tek başıma iki çocuğuma birden kalkan olabilir miyim bu izdihamda?..”
***
Tanrı duyuyor o sırada beni…
Yanlış bir şey olmaması için, her görünmez yardımı gönderiyor bize…
Stada arabayla gitmek imkansız…
Ortaköy’den; Dolmabahçe’ye, Dolmabahçe’den de, inanılmaz bir izdihamın ortasında Ortaköy’e iki minik yavruyla birlikte yürümek zorunda kalıyoruz…
***
İlk defa; babamın beni maça götürürken yaşadığı korkuyu anlıyorum…
İnsan vücudunun neresiyle o minik yavrulara kalkan olacağını düşünüyor böyle durumlarda…
BEŞİKTAŞ’LI OLMAK DEMEK; “TÜRKİYE’Lİ OLMAK DEMEK…”   (3)
Fenerbahçe’nin ve Galatasaray’ın şampiyonlukları; kendi taraftarlarına nasıl geliyor bilmiyorum;
Ama bir Beşiktaş’lı; takımı şampiyon olana kadar aylarca akla karayı seçiyor…
Çok zor günler geçiriyor…
***
Beşiktaş’lı olmak demek tutkulu olmak demek… Beşiktaş’lı olmak demek; herkesin ikinci bir takıma yönelik “sempatisinin merkezi olmak” demek…
***
Beşiktaş’lı olmak demek; taraftarı olması en zor takımı tutmak demek…
Beşiktaş’lı olmak demek; yılmamak demek… Yalnız kalmak, ama siyah-beyaz’dan ayrı kalmamak demek…
***
Beşiktaş’lı olmak demek; “gücün ve güçlünün egemenliğinin” karşısında “tek başınalıktan ve zıt renklerin kontrast aşkından  kaynaklı; bir kartalmışcasına özgürce yalnız başına uçabilmek” demek…
***
Beşiktaş’lı olmak demek; “Darbe mi yapacaktınız; telefonda her şey değişecek diyorsunuz” diye soran hakime;
-“Ne darbesi hakim bey… Biz Çarşı’yız her şeyi yapabilecek bir ruhumuz olduğunu hissediveririz arada bir öyle” şeklinde konuşabilecek mütevazi bir ironinin merkezi olmak demek…
***
Beşiktaş’lı olmak demek; taraflı tarafsız herkesin;  -“İyi ki onlar var… Biz olmasak da iyi ki onlar şampiyon oldular…” diyecek kadar gizli bir sempatinin öznesi olmak demek…
***
Nihayet bütün bunların rezümesi; Beşiktaş’lı olmak demek… Ülkenin çimentosu, harcı olan, herkesin kendinden bir şey bulduğu bir kulübün taraftarı olmak demek… Beşiktaş’lı olmak demek Türkiye’li olmak demek…
BU HİKAYEYİ BEŞİKTAŞ’TAN BAŞKASI YAZAMAZDI…  (4)
Bu şampiyonluğun bir yıllık hikayesinin; çok önemli “virajları” var…
Yaşanan; ve yaşanırken “geleceği belirleyen virajlar olduğunun” bilindiği…
***
Demba Ba’nın satılıp; kulübe para girmesine karar verilmesi…
O öyle anlardan biri…
***
Fiorentina’da sakatlık sonrası varlık gösteremeyen efsane futbolcu Mario Gomez’in alınmasına karar verilmesi; Bonservis bedeli olmaksızın… Bu ikinci an…
***
Fenerbahçe; alınması düşünülen orta sahayı almaya kalkınca; Sosa’nın daha iyi bir tercih olacağı düşünülüp; dümenin Sosa’ya kırılması… Sosa gibi dünya çapında muhteşem bir futbolcu Beşiktaş’a kazanılması…
***
Ümraniye’nin ortasında “herkese göstere göstere çişini yapıyor” denen Quaresma’nın içindeki Beşiktaş’a oynama arzusunu görerek onu yeniden Beşiktaş’a kazandırma yürekliliğinin gösterilmesi diğer ‘karar anı virajlarından’ birisi…
***
Hiçbir takımı şampiyon yapmamış; ancak oynattığı her takımda futbolcuları özel ilişkileri ve özel çalıştırma becerisiyle ‘parlatmış’ Şenol Güneş’in Hoca olmasına karar verilmesi yine bu anlardan birisi…
***
Nihayet; Ersan Gülüm’ün 7 milyon euro’ya devre arasında Çin takımına satılmasının karar verilmesi yine bu cesur kararlardan birisi… O paranın önemli bir kısmıyla, Beşiktaş önümüzdeki günlerde “uluslararası çapta bir stoper” transfer edebileceğinin planlanması…
***
Şampiyonluğun yazılması hikayesi bunlardan ibaret değil… Çok başka öyküler de var; yaşanan ve anlatılmayan…
O öykülerin içinde, her şey güllük gülistanlık değil… Oysa neler neler yaşanıyor o günlerde, gecelerde, haftalarda; aylarda…
***
Ne ki şampiyonluğun güzel tarafı; öykünün acıklı bölümlerinin ‘ibret ve ders alınması için’ kahramanlarında saklanması; hikayenin zaferlerle dolu mutlu öyküsünün ise; insanlara “inancın ve azmin zaferi olarak sunulabilecek bir örnek olarak anlatılabilmesindeki rahatlıktır…”
***
Üç senedir Türkiye’nin dört bir yanında “evi olmadan göçebe hayatı yaşayan, yerinden yurdundan kopuk bir takımın; içerdeki maçlarını Konya’da yapmak zorunda kalmasının dramıdır Beşiktaş’ın öyküsü…
***
O dramdan yaratılan bir mucizenin hikayesidir bu öykü… Bu hikayeyi Beşiktaş’tan başka bir takım zaten yazamazdı… Beşiktaş yazdı…
Öyle olması gerekiyordu…
tarih öyle tecelli etti…
ŞİMDİ HASAN DOĞAN’IN NE KADAR MUTLU OLDUĞUNU BEN BİLİYORUM… ALLAH BİLİYOR…   (5)
Bu sezonun adı Hasan Doğan sezonu… Hasan Doğan’ı; sağlığında tanıyor ve başbaşa futbolla ilgili çok önemli saydığım görüşmeler yapıyorum…
***
Tertemiz bir insan olduğunu anlıyorum… Pırlanta gibi bir kalbinin olduğunu görüyorum… O pırlanta kalp; vaktinden çok erken bir günde duruveriyor ve Hasan Doğan aramızdan ayrılıveriyor…
***
Onun ruhunun; bu şampiyonluktan ne kadar mutlu olduğunu ben biliyorum… Kendisi biliyor…
Allah biliyor…
REHA MUHTAR- vatan
Önceki İçerikDeniz Gökçe, Ertuğrul Özkök’e kızdı: Spor ciddi iştir çocuk…
Sonraki İçerikHıncal Uluç: Bu Hollanda mafyası Galatasaray ile alay ediyor…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz