ŞOTA ARVELADZE, FENERBAHÇE’YE YAPILAN SALDIRININ ASLINDA TRABZON’A DA YAPILDIĞINI SÖYLEDİ…
ŞOTA, HAKEME KÜFÜR EDEN FUTBOLCULARI ALTYAPIDAN ATTIKLARINI DA AÇIKLADI…

Birkaç hafta önce Konyaspor maçında unutulmayacak bir centilmenliğe imza atarak Kasımpaşaspor ile yollarını ayıran Şota, şu sıralar hiç olmadığı kadar evde vakit geçiriyor. Çılgın antrenörün en büyük kaygısı ne dersiniz?

Birkaç hafta önce Kasımpaşaspor ile yollarınızı ayırdınız. Artık evdesiniz. ‘Oh be dünya varmış’ diyor musunuz?

Hayatımda çok değişen bir şey yok, ara vermiş olsam da sonuçta sporcuyum. Sadece yemek saatlerimde değişiklik oldu, o kadar.

Sporu bırakmadınız o halde…

Yürüyüş, koşu sevmiyorum ama tenis, masa tenisi ve basketbol oynuyorum ara sıra.

Neredeyse üç sezon Kasımpaşa’yı çalıştırdınız, Kasımpaşa çarşısını gezdiniz mi?

Kasımpaşa’da tesisimiz yok, tesisler Kemerburgaz’da olduğundan stada sadece maç oynamaya gidiyor, sonra hemen dönüyorduk. O yüzden etrafta ne var ne yok görmeye pek fırsat olmuyordu. Ama ilk başladığımda birkaç okulu ziyaret etmiştik.

Tesislerde yemekler nasıldı?

Tek kelimeyle harikaydı, menüsü epey zengindi. Tesislerde günde üç defa yemek çıkıyordu. Farklı ülkelerde top oynadım, şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, hiçbirinde böyle bir servis görmedim. Aşçısı da inanılmaz başarılıydı. O yemeklerden uzak kalmak bayağı zor doğrusu.

Kötü bir sezon geçirdiniz. İştahınıza yansımıştır…

Kötü bir sezon değil, iyi bir sezon değildi. İştahımda pek değişiklik yok gibi. Sadece mutluyken değil, stresliyken de fazla yiyebiliyor insan. Bende fark etmiyor, yensek de yenilsek de çok yiyorum. Ama şu sıralar biraz dikkat etsem iyi olacak. Sonuçta rutinim bozuldu. Çalışırken sekiz buçuk gibi kahvaltı yapıyordum şimdi on-on bir buçuğa sarktı.

Kimileri karın doyurmak için yer. Sizde durum nasıl?

Yemek benim için bir ritüel gibi. Özenle, keyif alarak yemeyi severim. Aceleye getirmem. Öğünlerime dikkat ederim.

Çiğnemeden yarım ekmeği mideye indiren erkeklerden değilsiniz yani…

(Gülüyor) Aslında eskiden böyleydim. Bu alışkanlığımı değiştirmek için çok uğraştım. Birkaç yıldır daha yavaş yiyorum. Eskiden eşim masaya yemekleri getirirken ben yemeği bitirir, kalkardım sofradan. ‘Ama daha şu vardı dediğinde’, ‘Neden bitirdikten sonra söylüyorsun 20 yıldır evliyiz, tanımıyor musun beni. Erken uyar’ derdim. Bu alışkanlığımı bırakmada Kasımpaşa’daki diyetisyen Serap Hanım çok yardımcı oldu sağ olsun. Sakin, keyif alarak, yavaş yavaş, çiğneyerek yemelisiniz diye diye alıştırdı beni. Bu sayede artık daha az yediğimi de söyleyebilirim. Sanırım dünyadaki bütün futbolcuların sorunu bu. Çoğu hızlı yiyor. Gürcistan’da da Hollanda’da da böyleydi. Bütün futbolcular beş dakikada yer, sonra hadi bana eyvallah. Metin Mert, Ronald de Boer inanılmaz yerdi. İkizi Frank da öyle. Ayrıca benim üç katım hızlı yemek yerlerdi. Uche de tam tersi çok yavaş yerdi. Bütün takım yemeğini bitirir, bir o kalırdı. Herkes yeter kalk artık derdi. Babel de çok yavaş yer.

Kimi futbolcular performansını etkileyeceğini bile bile beslenmesine dikkat etmiyor…

Bu sadece Türkiye’deki oyuncularla ilgili bir durum değil. Avrupa’daki kulüplerde bu konuya daha çok dikkat ediliyor, burada edilmiyor gibi bir şeye de katılmıyorum. Kulüp doktoru, diyetisyeni istediği kadar program versin nihayetinde bu oyuncunun kendisine kalmış bir durum. Mesela Romanyalı oyuncu Christian Chivu ile birkaç yıl Ajax’ta birlikte oynadık. Yemeği çok severdi, çok yerdi. Vücudunda yağ fazlası vardı. Herkes, ‘onu yeme, şunu yeme’ vs. derdi ama adam yemeyince daha kötü oynuyordu. Yediğimde daha güçlü hissediyorum, daha iyi oynuyorum diyordu. Bedenini iyi tanıyordu.

Siz nasıl bir futbolcuydunuz peki?

Harfi harfine her şeye uyduğum söylenemezdi ama dikkat ederdim. Antrenmanı da severdim. Ayrıca hiçbir zaman kilo sorunum olmadı. Bu da önemli bir avantajdı benim için. Kimileri su içse yarar.

Uzun süredir vatanınızdan uzaktasınız, Özlüyor musunuz yemeklerinizi?

Özlemiyorum çünkü eşim evde mutfağımıza ait yemekleri pişiriyor. Neyi meşhur diye sorma, bilmem. Çünkü genelde soframızda üç çeşit yemek olurdu. Ben ne bileyim hangisi meşhur? Cevizli bir ruletimiz var, onu çok seviyorum. Evde pişirilmişse, yanıma alır arabada bile yerim.

Yemesi kolay tabii…

Yapma konusunda inanılmaz kötüyüm. Ama annem de babam da harika yemek yapar. Hepsi o kadar iyi yapınca bana fırsat kalmadı. (Gülüyor)

Peki ya ikiziniz Arçil?

O da benden farksız. Futbol oynadığımız dönem bir gün aradı. ‘İnanmayacaksın ama ben bugün çorba pişirdim.’ dedi. Bir övünüyor görmeniz lazım. ‘Nasıl yaptın?’ dedim. Çok basit açtım paketi, döktüm suyu deyince o kadarını ben de yaparım dedim. Doğrusu onu bile denedim desem yalan olur. Yalnız yaşadığım dönemlerde bile ya dışarıdan sipariş ettim ya da dışarıda yedim.

Fast food bağımlısı olmuşsunuzdur o halde…

İnan en son çocukların ısrarı üzerine yediğim hamburger dışında ne zaman hamburger yedin desen hatırlamam. Ama simide bayılıyorum.

Arçil ile damak tadınız da aynı mı?

Benziyor. Genelde ikimiz de hemen hemen aynı yemekleri severiz. Gerçi sevmediğimiz yemek de pek yok.

Lüks restoran takıntınız var mı?

Lüks olmasından ziyade kaliteli, lezzetli yemek olmasını önemserim. Mesela geçen Avusturya’daydık. Malum, şnitzeli meşhur. En iyi yapan yeri araştırdım, merkezde küçük bir yer. Hayatımda bu kadar lezzetli bir şnitzel yememiştim. Limonatası da çok iyiydi.

Trabzon, Kayseri, Glasgow’da çalıştınız. Yemekleri açısından bir sıralama yapsanız hangisi ligin başında yer alır?

Gürcistan tabii. (Gülüyor) Her şehrin kendine özgü lezzetleri var. Trabzon’un pidesi mesela. Evimize yakın bir pideci vardı. Bağımlısı olmuştuk resmen. Pide olmadan sofraya oturamıyorduk neredeyse. Bir de köfteci vardı, muhteşemdi. İskoçların kahvaltısı çok meşhur. Yağlıdır biraz. Kocaman bir yumurta vs. Ama yine de kendilerine özgü pek bir yemekleri yok gibi. Hollanda da aynı. Her iki ülkede de daha çok dünya mutfağı restoranları yoğunlukta. Kayseri’nin mantısını severek yerdim ama yemekler biraz yağlıydı. Hatta beni etkiledi bile. Kanımdaki yağ oranı artmıştı Kayseri’de.

Karadeniz mutfağı Gürcistan mutfağına benziyor mu?

Genel itibarıyla benziyor diyebiliriz. Pidesi, salatası. Fakat Gürcistan, balık ve deniz mahsulleri açısından o kadar zengin değil. Nehir balığı daha fazla. 3 bin nehir, bir deniz var. Mutfağından ziyade karakter olarak daha çok benziyoruz.

Nasıl, siz de açken siz değil misiniz mesela?

O kadar değil de keyifsiz oluyorum diyebilirim. Özellikle oruçluyken… Bizim orucumuz sizinkinden farklı. Sadece sebze yiyebiliyorsunuz. Çalışırken her çarşamba, cuma günleri tutuyordum. Şu anda bıraktım. Çünkü sinirli oluyorum.

Oruçluyken yanınızda olan futbolculara yazık olmuş desenize…

Onlara pek yansıtmazdım. Kendimi yiyip bitiriyordum. Bir an önce o günün geçmesini beklerdim. Bu yüzden sürekli saate bakardım.

Takım gol ‘yediğinde’ ne hissediyordunuz?

Beklediğim gol var, beklemediğim var. Oyunu okuyan bir antrenörüm. Beklediğim gole çok tepki göstermiyordum ama beklemediğimiz bir golü yemek zehir gibi, acı bir yemeği yemek gibi çok acı oluyordu.

Oyuncularınızdan biri hata yaptığında baklava cezası veriyor muydunuz siz de?

Motive amaçlı arada yapıyorduk böyle şeyler ama birkaç kişi çok cimriydi. Onlara ceza versem de eli açık olanlar nasılsa bunlar almaz diye gidip kendileri alıyordu. İlhan Eker’in eli çok açıktı. Bir yere gidilir, hesap öder, baklava alır, yemek ısmarlar vs. Böyle insanları çok seviyorum çünkü ben de böyleyim.

Birkaç sene önce evinizde yaptığımız röportajda ‘eşim çok güzel yemek yapar’ demiştiniz, eşinize jest olsun diye söylemediniz değil mi?

Yo yo gerçekten güzel yapar. Ne jesti ayrıca 20 yıldır evliyiz yapamasa ne olur?

Yemek yapmayı bilmiyorsunuz ama artık evdesiniz, alışverişe yardım ediyorsunuz herhalde…

Hiç açma bu konuyu. İyi bir koca ve babayım ama mutfak konusunda kötüyüm. Arada ihtiyaç olursa alışverişe giderim ama bu konuda çok istekli olduğumu söyleyemem.

O kurşun sadece Fenerbahçe’ye değil Trabzon’a da sıkıldı

Fenerbahçe’nin başına gelenlere diyecek kelime bulamıyorum. Ancak şunu belirtmeliyim ki bu sadece o kurşunu sıkanların değil, hepimizin hatası. Hepimiz el birliğiyle toplumu bu hale getirdik. Kurşunla başlamadı bu olaylar. Küfür, hakaret, taş, sopayla başladı. En son kurşun kalmıştı o da oldu. Ancak şunu da unutmamak lazım; şiddet, hırsızlık ya da benzerleri dünyanın her yerinde yaşanıyor sadece Türkiye’de değil. Burası güvensiz bir ülke değil. Bunu herkesle tartışırım. Amsterdam’daki evim üç kez soyuldu, üç kez de arabam çalındı. Almanya’da da ikizim Arçil’in evi soyuldu. Önemli olan bu olaydan ders alıp, bir daha yaşanmaması için gerekli önlemlerin alınması. Biz Kasımpaşa’da alt yapıda hakemlere küfür eden çocukları kovuyorduk. İnşallah benden sonra da böyle devam eder. Çünkü bu kontrol altına alınmazsa yarın daha kötüleri için kapı aralanmış olur. O kurşun sadece Fenerbahçe’ye değil, Trabzon’a da atıldı. Trabzon da yaralandı. Gereken neyse bütün takımlar üzerine düşeni yapmalı. Varsın bu sene kimse şampiyon olmasın. Ne olur, Türkiye yok mu olur? (zaman)

Önceki İçerikÇebi: Önce Fenerbahçe, sonra Beşiktaş otobüsüne saldırı oldu. Bu, başka şeyleri işaret ediyor…
Sonraki İçerikBeşiktaş’taki önü kesilemeyen sakatlıklar konusunda eski kulüp doktorundan şok bir suçlama geldi…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz