Habertürk gazetesi yazarı Murat Bardakçı, devlet yönetimi konusunda ilginç bir yazı kaleme aldı:

Değişen bir şey yok, zira gen aynı gendir!

 

ÖNCE, 19. asrın büyük âlimi Cevdet Paşa’nın “Tezâkir” isimli meşhur eserinin ikinci cildinde ve “Mârûzât”ında anlattığı bir hadiseyi nakledeyim:

Sultan Abdülmecid’in tahtta bulunduğu 1850’li senelerde devletin uğradığı büyük dertlerden biri, hükümdarın kızlarının hesapsız harcamaları idi… Birbirleri ile yarışırcasına akıllarına ne gelirse satın alıyor, gırtlaklarına kadar borca giriyorlardı ve devletin verdiği tahsisat masraflarına yetmez olmuştu…

Meselâ hükümdarın kızlarından sadece birinin, Refia Sultan’ın borcu 60 bin keseyi bulmuştu!

Sultanlar, çareyi ne yapıp edip borçlarını Maliye’ye devretmekte, yani hadsiz-hesapsız harcamalarını milletin sırtına yüklemekte buldular. Ama uzun zamandır zaten sallantıda olan hazine bu ağır yükün altında daha da ezildi, sıkıntıya düştü ve israf halkın diline de düşünce her tarafta memnuniyetsizlik yaşanır oldu.

HAKARET, ‘KERAMET’ OLDU

Kızlarını daha önceleri de zapt u rapt altına almaya çalışan ama sözünü dinletmeye bir türlü muvaffak olamayan Abdülmecid, borçların Maliye’ye devredilmesi üzerine çileden çıktı. 27 Ağustos 1858’de atına atlayıp o zamanın başbakanlığı olan Bâbıâlî’ye gitti ve damatlarını huzuruna çağırdı. Cevdet Paşa’nın ifadesi ile “azamet ve kahramanlık dolu bir tavırla” kimselere iltifat etmeden binaya girdi, “Sultanlar gece mehtaplarda gezerlermiş. Benim gece mehtapta gezen kızım yoktur. Onları da reddedeceğim” dedi, damatlarının israfa göz yummalarından “Bu heriflerin hareketleri artık namusuma dokunur oldu” diye bahsetti, sonra yine damatlarına hitaben içerisinde “katır”, “hain”, “köstebek kıyafetli herif” ve “kerata” gibi zarif ifadelerin geçtiği uzun bir konuşma yaptı ve yorulana kadar hepsine giydirdi de giydirdi!

Padişahın âmiyâne tâbiri ile bu “fırça faslını” tamamlamasının ardından Sadrazam Âli Paşa “Efendimiz keramet buyurdular” dedi, damat paşalardan biri “Böyle kuvvetli bir uyarıya muhtaç olduklarını” söyledi ve diğer damatlarla paşalardan aynı şekilde “keramet” sözleri işitildi…

Yani yaşanan bütün israf rezaleti karşısında o âna kadar tek söz etmemiş olan kim varsa Sultan Abdülmecid’in bu giydirme faslından sonra“Efendimiz gayet haklı, böylesine şiddetli bir uyarıya çoktan muhtaç idik, işte lâyığımızı bulduk” gibisinden sözler sarfedip savrukluğa mâni olmaya çalıştılar…

MAAŞALLAH, BÜLBÜL KESİLDİLER!

Bugün, yani aradan 160 sene geçtikten sonra da benzer bir hadisenin yaşandığını, dinî bahislerde akıllarına geleni söyleyip yalan-yanlış yorumlar yapanlara karşı milleti uyarmakla vazifeli oldukları halde seneler boyu tek kelime etmeyen Diyanet ve ilâhiyat fakülteleri mensuplarının Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçen haftaki çıkışının ardından bülbül gibi şakımaya başladıklarını herhalde farketmişsinizdir…

Yıllarca bilhassa da televizyon ekranlarından anlatılanların birkaçını hatırlayın, kâfi… Kur’an’da kadınların başlarını örtmeleri gibi bir emrin bulunmadığını iddia edeni mi, namazın günde üç vakit kılınabileceğini söyleyenini mi, orucun sadece tek birgün için farz kılınmış olduğunu buyuranını mı, yoksa “dinlerarası diyalog” diye geveleyenini mi ararsınız…

Dinin “rükn” denen esaslarını değiştirmeye kalkışmak demek olan bu gibi hükümler karşısında vazifeleri millete din bahsinde doğruları anlatmak olan Diyanet de, ilâhiyat fakülteleri de hattâ hakiki âlimler de senelerce tek kelime olsun etmediler. Kendimden bir örnek vereyim: TV’de program yaptığım günlerde uçuk olmasa bile alışılmışın haricinde yorumlar yapan fıkıh erbâbının karşısına tek bir profesörü yahut Diyanet mensubunu çıkartmaya muvaffak olamadım! “Biz o adamı muhatap almayız” yahut“Bu işler derin meselelerdir, öyle oturup herkesle tartışmayız”gibisinden havalara büründüler ve yapılan yorumlarda şayet hatâ varsa çıkıp açıkça konuşmaktan, yanlışları düzeltmekten sadece kaçtılar…

Reklâmlarını yapma, güç elde etme veya “efendi hazretleri” mertebesine yükselme hevesleri ile kendilerinden menkul yepyeni bir din uydurmaya çalışanların karşısında böyle “Aman karışmayalım, başımıza dert açmayalım” zihniyeti ile sükût edenlerin Cumhurbaşkanı’nın geçen haftaki çıkışından sonra söylediğim gibi bülbül kesilmelerine hep beraber şahit oluyoruz…

Devlet erkânının bundan 160 sene önce Sultan Abdülmecid’in fırçalarını “keramet” diye nitelemesi ile günümüzün resmî ulemâsının Cumhurbaşkanı’nın uyarısından sonra aşka gelip dillerinin açılması arasında hiçbir fark yoktur, zira gen aynı gendir ve harekete geçmek için birileri tarafından mutlaka dürtülmelerine ihtiyaç var demektir!

Önceki İçerikDoğan Medya Grubu, 1.2 milyar dolara Demirören’e satıldı!
Sonraki İçerikKürtlerin geleceği Türkiye’dir! Oray Eğin, “Kürtlerin aslında Türkiye Cumhuriyeti’nden başka dostu yoktur” dedi…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz