Spor basınının efsane isimlerinden Hüseyin Kırcalı, 79 yaşında yaşama gözlerini yumdu. Kırcalı’nın urfahizmet.com’da yayınlanan son röportajı şöyleydi:

“Diyafram Atın yularıdır, bırakırsan kaçar, tutarsan durur!”

Bu nasihatla meslek hayatına başlayan birinin, bir gün Dünyanın en iyi Spor Foto Muhabiri olacağı kimin aklına gelirdi?

O Hüseyin Kırcalı’ydı

EDİTÖRÜN NOTU

Hüseyin Kırcalı,
Babamın en yakın arkadaşı Hüseyin Kırcalı.
Öyle tanıdım ben onu.
Bakmayın röportajda sizli bizli konuştuğuma o benim Hüseyin Amca’mdır.  
Belki de emekli olunca  dolu dolu yaşanmış yılların  boşluğunu hissetmemek için dönmüştür Urfa’ya bilinmez ama… 
O gün bugündür adeta evimizin bir ferdi gibidir.
O, yılın soğuk geçen yarısını uzaklarda Uzakdoğu’da geçirir.
Gidip gelişleri o kadar hızlıdır ki onu röportaj yapmak için yakalamak bile çok zordur.
Ancak bu kadar yakın olmama rağmen Hüseyin Amcamı, foto muhabirlerinin duayeni Hüseyin Kırcalı olarak ben bile, bu röportajda tanıdım.
O, spor camiasında halen golcünün vuruştan sonraki bakışını ve kalecinin son umutsuz hamlesini aynı çerçevede yakalayan adam olarak anılıyor.
Ve halen yerinin doldurulamadığından yakınılıyor.
Hüseyin Kırcalı Allah vergisi yeteneği ile işinin ustası,doğru, dürüst, mütevazi,gözü gönlü tok, vefalı ve  ince bir zekanın ürünü espirileriyle, ayrıca tam bir Urfalı.
İşte bu vefalı Urfalı’ya biz de Hizmet Gazetesi olarak bir vefa örneği sergileyip 52.yıl özel sayımızı ona atfetmeye karar verdik.
Ve O’na basında yer alan bu ilk röportajında hayatı boyunca belleğinde yer edecek bir sürpriz yapmak istedik.
Bu amaçla yıllarca kendisiyle aynı sayfaları ve odayı paylaşan Milliyet ekibini bir araya getirmek için kolları sıvadık.
Ve ne şanslıydık ki  kalem ustalarımızın hiçbirisi bizi kırmadı.
Hepsi son derece babacan bir tavırla sahip çıktılar, fikrimize ve efsane isim, can dostları Hüseyin Kırcalı’ya. 

Bu sebeple başta Hasan Pulur olmak üzere Melih Aşık, Şansal Büyüka, Nezih Alkış ve İsmet Tongo gibi büyük ustalara gazetemizi 52.yılında kalemleriyle onurlandırdıkları için çok teşekkür ediyor ve Hüseyin Kırcalı ile ilgili esas sözü onlara bırakıyorum…

Büyük Usta Hüseyin Kırcalı bugünlere nasıl geldi?
 
Ben Urfa’da okula devam ederken tatillerde bir yerlerde çalışırdım.Bir gün Gümrükhanı civarında geziyordum.Yusuf Sanlı diye bir arkadaşım vardı.Orada rastlaştık.Baktım Yusuf’un elinde küçük bir makine var.Kutu makinesi diyorlar o zaman fotoğraf makinesine. Bu kutu makinesini aldım gittim. Balıklıgöl’de bir sürü resim çektim.Daha sonra filmleri yıkattım.Baktım çok güzel resimler var. Resim çekmek de hoşuma gitti, böylece başlamış oldum. Yani çok planlı bir şey değildi. Daha sonra bir makine almaya karar verdim.Şu körüklü makinelerden. Tabi bilmiyorum o zamanlar. Satan adam bana tarif ediyor “Bak bu diyafram, atın yularıdır, bırakırsan kaçar, tutarsan durur’ . Onu öğrendikten sonra başladım fotoğraf çekmeye.Sonra baktım tab ettirmesi hem geç oluyor hem de masraflı  evde kendim yapmaya başladım. Bilirsin fotoğraf tab etmek için eskiden karanlık oda diye adlandırılan bir yer vardı.Bizim evde de böyle bir oda yaptım kendime,kıyamet koptu. Annem dedi “Bu resme başladı evin hayrı bereketi kaçtı”. Babam da namaz kılarken radyonun fişini çekerdi, fotoğrafları ters çevirirdi. Babam yobaz değildi ama annem öyle deyince o da ne yapsın. 
 
O dönem bir de fotoğrafçı dükkanı açmışsınız Urfa’da?
 
Evet, Akarbaşında Hamal Mahmut’un hanı vardı. Onun üst katında bir yer tuttum. Çok güzel resimler çekiyorum. Tabii Urfa çok küçüktü o zamanlar. Herkes birbirini tanırdı. Vilayete de girer çıkardım. 14. süvari tümeni vardı burada.Çok büyüktü.Oraya gidip fotoğraf çekerdim.Bir asker beni yakaladı komutana götürdü. Vay efendim burada izinsiz nasıl fotoğraf çekersin diye. Şimdi askeri birlik, her tarafta fotoğraf çekmek yasak yazıyor ama askerler hatıra fotoğrafı çektirmek istiyor, ben de gidip çekiyorum.Sonra komutan beni sevdi ve bütün tümende fotoğraf çekmem için özel bir izin kağıdı verdi. 
 
Ben bu sırada birkaç dükkan değiştirdim. Uğraşıp duruyordum.Bu sırada Necmi Onur diye bir gazeteci abimiz vardı. Milliyet Gazetesinde çalışırdı. Güneydoğuya hep o gidip gelirdi. Allah nur içinde yatırsın. Elazığlı’ydı, daha sonra Hürriyet’e geçti. Necmi Abi ayda  bir defa Urfa’ya habere gelirdi ,bir gün fotoğrafları yaptırması gerekiyormuş, Vali Bey’in yanında otururken sormuş nerede yaptırabiliriz diye.Vali Bey de Özel Kalemini çağırmış sormuş.O da bizim Hüseyin var demiş, tamam demişler. Necmi Abi ile o şekilde tanıştık. 
 
İstanbul’a gidişiniz nasıl oldu?
 
Necmi Abi’nin Urfa’ya gelişlerinden birisinde  Ömer’le oturuyoruz. Bize dedi ki bizim Urfa’da muhabirimiz yok. Ömer sen muhabir ol. Hüseyin sen de foto-muhabiri.O zamanlar o bize büyük onur. Kabul ettik ve işte Urfa’da ilk öyle başladık.
 
Sene 1961-62’nin başlarında.Tabi buradan o zaman haberi göndermek de çok zordu.Urfa’dan otobüse versek 3 günde giderdi.Biz de Diyarbakır’dan gönderirdik. Bu sırada Necmi Abi bize İstanbul’da staja gelir misiniz diyerek ikimizi de staja çağırdı. Biz de gittik. Ömer sıkıldı, 1 hafta kaldı.Ben  15 gün kaldım.Çok güzel resimler çektim.Ben o fotoğrafların baskısını da yaptığım için çok kaliteli olurdu. Artı birde değişik resimler çekerdim. Mesela Bakırköy Akıl Hastanesinin bahçesinde 6 ayda bir futbol maçı oynanırdı.Oraya gitmiştim. Çok güzel resimler çekmiştim. Deliler ağacın üzerine çıkmış zavallılar biri meyveyi toplarken yere düşmüş, öbürü o meyveyi gülerek yiyiyor.Onların resimlerini çektim. Çok beğenildi.O zaman rahmetli Abdi İpekçi hayattaydı.Beni çağırdı. ‘Tebrik ederim çok güzel resimler çekmişsin, Adana’da bizim Güneydoğu bürosunu açarsak orada çalışır mısın?’ dedi. Ben de hevesliyim çalışırım dedim. Aradan epey zaman geçti,bir yazı geldi, “Milliyet Gazetesinin Güneydoğu bürosu Diyarbakır’da açılacak, buranın şefi İbrahim Örs olacak, onu sevindirecek bir tarafta Hüseyin Kırcalı  ile birlikte çalışacak” diye. Beni İstanbul’a çağırdılar, gittim.Önce yaklaşık 1 ay Aktüel’de çalıştım.Ama pek sevmedim.Sabah gidiyorsun emniyete sonra serbest.Bana göre değildi. 
 
Sonra dedim ben Urfa’ya gidiyorum. Bir de o zaman tam Urfa şivesi ile konuşuyorum.Dedim “Kimse beni tutamaz”, O laf meşhur oldu,  ta ki ben emekli olana kadar söylenirdi.
 
O sırada rahmetli Namık Sevik yakaladı beni.Gelmiş geçmiş en iyi spor müdürü, tam bir Osmanlı yöneticisi.Benim manevi babamdı. Bana dedi ki gel sen sporda çalış, o zaman da Sami Önemli var sporda çalışırdı. Beşiktaş’ın muhabiriydi.Senede 4 defa Beşiktaş’ın idmanına giderdi bir karda, bir yağmurda, bir de çamurda. Filmleri çeker asardı oraya,  Bedri Koraman’la birlikte satranç oynarlardı.Ne zaman ki havaya bakar eğer hava güneşli ise güneşli, karlı ise karlı fotoğrafı çıkarır verirdi. Bazen de futbolcu satılmıştır yanlışlıkla  yine çıkarıp o fotoğrafı verirdi.Onunla beraber çalışıyorduk. 
 
Çok güzel fotoğraflar çektim,siyah beyaz.Mesela Galatasaray Adasına gitmiştik. O zaman Teknik Direktör ve Futbolcuların resimlerini çekiyordum. Böylece başlamış olduk. Zaman zaman da yurtdışındaki maçlara giderdim.
 
Milliyete çok ciddi bir bağlılığınızın olduğu söyleniyor.Oradan başka bir yerde çalışmamışsınız.Hiçbir teklifi kabul etmemişsiniz.
 
Evet ben çok transfer teklifi aldım. Mesela Hürriyet Gazetesinde Erol Simavi, sabah saat 5’te kalkar bütün gazeteleri kontrol edermiş ne var ne yok diye.Milliyet Gazetesinin bir ağırlığı vardı. 
 
O zaman bir arkadaşım vardı.Bir maçta beni yakaladı”Erol Abi ile ailece görüşüyoruz. Senin fotoğraflarını çok beğenmiş. Ben bu çocuğu almak istiyorum dedi” Bana “Sen ne dersin” diye sordu.Ben de teşekkür ederim dedim.
 
Sonra Güneş Gazetesi çıktı.Oradan da bize teklif geldi. O zaman Güneş Gazetesi yeni kurulmuş Güneri Civaoğlu da başında. Biz bir ekip yurtdışında maçtayız. Baktık Güneri Civaoğlu geldi. Elinde bir çanta dolusu nakit para. Ben diyelim ki Milliyet’ten 2 lira alıyorsam o 25 lira veriyor tabii bir de transfer ücreti. O zaman yanımda Şansal Büyüka, Nezih Alkış ve İsmet Tongo’ da var.Güneri Bey çok ısrarcıydı ,paranız peşin diyordu, tüm ekibiyle gelmişti. Öyle ki kabul etsek orada reklam filmi çekecek. 
 
Konuşmamız bitti, arabaya bindik, gidiyoruz.Herkes bir şey söylüyor. Ben dedim ki Güneri Civaoğlu dört dörtlük bir insan ama ben para için gitmem.Atladım uçağa Tayland’a gittim.15 gün kimseyi ne aradım ne de sordum.İstanbul’a döndüğümde baktım çoğu kişi gitmiş. Hatta Rahmetli Namık Sevik, Aydın Doğan’la görüşmüş gitmeyenlere prim verelim diye. 100 bin lira prim vermiş. Ben döndükten sonra rahmetli Namık Sevik beni yakaladı, herkese prim verdik. Sana süper prim vereceğiz.Ben bekledim ama halen bana ne prim verildi ne de süper prim! 

Çok ödüllü bir fotoğrafçı olduğunuzu biliyoruz.Ne kadar ödül aldığınızı biliyor musunuz ?
 
Valla aldığım ödülleri saymadım, bilmem.
 
Peki sizin için en anlamlı olanı hangisi ?
 
Tek tek incelemedim ama benim için en anlamlı olanı elbette ki   Urfa’ya geldikten sonra 2007 yılında aldığım “Namık Sevik Onur Ödülü” oldu. O benim için gerçekten çok değerli bir insandı.
 
Bir de o zamanlar UEFA Kupasına sadece  80 tane foto muhabir girebiliyordu.Her ülkeden 1 foto-muhabirinin katılabildiği Kupaya Türkiye’den bir tek ben kabul edilmiştim. Bu da benim için bir ödül gibiydi.
 
 Fotoğraflarınızı ne yaptınız ?
 
Gazetenin arşivinde duruyor. Bazı arkadaşlar ayrıldığı zaman filmleri götürdü. Ben hayatımda bunu yapmadım. Dürüst çalıştım.Benim gazetede çalıştığım dönemde çektiğim tüm fotoğraflar gazeteye aittir. İsteseydim bir iki kopyasını alırdım. Kimse de bir şey demezdi. Ama ben bunu yapmadım.
Hüseyin Kırcalı  çalışma yaşamı boyunca bir çok dünya kupası ve olimpiyatlara katıldı biliyoruz. Biraz o dönemden ve orada yaşadıklarınızdan bahseder misiniz?
 
Ben 10 olimpiyat gördüm.6 Dünya Kupası izledim. Tabi bunları anlatmaya kalksam nereden başlayacağımı bilemem. Bir kitap olur.
 
İlk 1972 Münih Olimpiyatlarına gittim ve orada çok ciddi bir terör saldırısı yaşandı. Filistinliler 11 İsrailli sporcuyu kaçırdı ve katletti.Benim için çok üzücü bir deneyim oldu. O zaman Gökşin Sipahioğlu ile birlikte çektiğimiz fotoğraflar dünya basınında yer aldı.
 
Bazen de güzel anlar yaşandı…
 
Sene 1978 Arjantin’e Dünya Kupasına gittim.O zaman Metin Türel Türk Milli Takımını çalıştırıyor. Avusturya ile oynuyoruz. 1-0 yenildik. Sonra Metin Türel’le beraber geziyorduk. Avusturya Teknik Direktörü yolda bizi gördü.Metin Türel’e “Senin burada ne işin var?” diye sordu. Metin’de hazır cevap olduğu için “Eğer Eren’in şutu direğe değmemiş olsaydı aynı şeyi ben sana  söylerdim” dedi. Orada bizle çok dalga geçerlerdi. Yani  o dönemlerde Türkiye’nin sporda ismi yoktu.
 
Biz bronz madalya alırdık, hemen sporcuyu karşımıza geçirir madalyayı öperken resmini çekerdik. Bu sırada yanımızdan geçen yabancı gazeteciler bize gülerdi. Çok zorumuza giderdi.Her maçtan önce manşetlerimiz hazırdı “İYİ MÜCADELE ETTİK AMA ŞANS GÜLMEDİ”.

Sonra bir Naim Süleymanoğlu çıktı da bizim yüzümüzü güldürdü. 
 
Dünya Kupaları karma karışık aslında ama benim İzmir’de yaşayıp hiç unutamadığım bir anım var.İzmir Göztepe takımını bilirsin, Alsancak Stadyumunda Göztepe – Atletico Madrid maçı var, maç oynanıyor bizim Göztepe takımı Atletico Madrid’i eledi. Tabi adamlar şoke oldu. Hiç beklemiyorlardı, hanımlarıyla tatile gelir gibi gelmişlerdi, çoğu da sarhoştu.Tabi yenilgiyi hazmedemeyince boğa gibi etrafa saldırmaya başladılar.Baktım bir tanesi bir foto-muhabirinin üstüne atladı.Bir tanesi de bana saldırdı.Ben de makinemi elime sarmışım, o zaman flaşlar da büyüktü. Omzumda duruyordu. Bir adam üstüme atladı, tak dedi flaş içine gömüldü. Bir tane tekme savurdu fotoğraf makinem kırıldı. Tabi benim gözüm döndü. Aldım makineyi adamın kafasına geçirdim. Adamın kafası yarıldı. Polis gözümün içine baktı kaybol dedi.Ben aldım makinemi tribünlerde oturan Halit Kıvanç’a ben gidiyorum diye el salladım. Ben ona el sallarken seyirci beni alkışlamaya başladı.Öyle el sallaya sallaya sahadan çıktım. O gece boyunca o adamın başında 2 doktor beklemiş acaba ölür mü diye.İlginç olan şu ki bu adam General Franko’nun en yakın arkadaşı ve Klübün de Başkanıymış.Kafasını yardığım adam İspanya’da meşhur bir dergiye de o yarılmış kafası ile kapak oldu. “Türkler bizi dövdü!”diye. 
 
Milliyet nasıldı? Biraz o günlerinizi anlatır mısınız?
 
Ben 1963 1 Temmuz günü Milliyetle mukavele yaptım. Ve emekli olana kadar da yani tam 37 sene orada çalıştım. O zamanlar o gazete bir okul gibiydi.Milliyet hep spor sayfasından başlanarak okunur derlerdi.Bizim serviste çalışanların hemen hepsi ayrıldıktan sonra bir spor servisine müdür oldular.Mesela Nezih Alkış önce Hürriyet’teydi, şimdi  Akşam Gazetesinin spor servisi müdürü. Şansal Büyüka LigTv’de,Necmi Tanyolaçlar,Halit Kıvançlar,İsmet Tongolar ve daha niceleri.
 
 
Hepsi birbirinden değerliydi.Mesela Nezih Alkış bambaşka bir insandı.Onunla çalışmak gerçekten çok güzeldi. Onunla ilgili aklıma gelen bir şey var ki mesela Namık Sevik her gün ona en az on tane iş söylerdi. Nezih biraz dalgındı, yarısını unuturdu. Namık Abi sonunda bana dedi ki sen bana bir kayıt cihazı al da ne söylediğimi unutmadan şöyle rahat bir hesap sorayım diye. Ben de gidip aldım o sorunu öyle çözdük. Bir de Nezih Alkış Şükrü Gülesin’in hayat hikayesini yazacaktı. Namık Abi her gün ne oldu diye soruyordu ama bir gelişme yok. Sonunda anla ki her gün evinde beraber oturuyor, içip dertleşiyorlar. İşte o kitap ancak Şükrü Gülesin rahmetli olduğunda çıktı. 
 
Şansal Büyüka ile güzel günlerimiz oldu. Mesela hiç unutmam Şansal bir gün benim için özel bir sayı hazırlamıştı. Galatasaray’ın Monaco’yla maçıydı. Tanju Çolak’ın golüyle 1-0 Galatasaray yenmişti. O maçta ben ilk defa Hasselblad’ın telefotosunu kullandım. O zaman fotoğrafları onunla atardık.Fotoğrafı yapmadan önce negatiften geçirirdik.Daha yeni bir yöntemdi.Bir resim çektim tesadüfen çok güzel çıktı. Onu gönderdim. O zaman spor servisinde Özden Bey vardı. Telefotoyu o almıştı. Fotoğrafa bakmış işte Hasselblad’ın başarısı demiş.Sonra bu Şansal’ın zoruna gitmiş. Şansal da Spora bir manşet atmış “Telefoto da Sensin, Hasselblad’ta Sensin!” diye altına da o çektiğim fotoğrafı yarım sayfa atmıştı.
 
 
İslam Çupi’yi de çok severdim. O zaman her gün işten çıkar Kumkapı’ya giderdik.Fenerliydi ama hiçbir zaman fanatik değildi. Zaten o zamanlar fanatizm bu boyutlarda değildi.Mesela Abdi İpekçi çok kıymetli bir insandı ve koyu bir Galatasaraylıydı ama hiçbir zaman bu sevgisini gazeteye yansıtmazdı.
 
Eskiden ilişkiler daha sıcakmış sanırım. Yani basın Babıali’den plazalara taşındıktan sonra çok değişmiş.
 
Evet maalesef. Daha dün konuştuk. Artık ilişkiler çok mesafeli. Binaya girip çıkmak bile bir mesele, şifreli kartlar var. Kapıdaki görevli beni tanımıyor. Eskiden otoparkçıdan tut, Yazı İşleri Müdürü, çaycıya kadar herkes birbirini tanırdı.
 
O günleri özlüyor musunuz?
 
Özlemem mi! Halen  zaman zaman rüyalarıma giriyor. Çok etkileniyorum. O dönem benim için vazgeçilmezdir. Tüm ekip arkadaşlarımı özlüyorum özellikle rahmetli Namık Sevik.O benim babam gibiydi.
 
Urfa’da yaşamaya karar vermenizin sebebi nedir?
 
Benim için Urfa vazgeçilmez. Doğduğum ve nefes aldığım yer.Urfa’nın havasını suyunu hiçbir yerde bulamazsınız.. Aslında uzun söze gerek yok benimkisi tilki hikayesi. 
 
Şimdi sonrasını merak ediyorum fotoğraf bitti mi sizin için ?
 
Ben bu işten vazgeçemem. Bu benim için bir işten öte yaşam tarzıdır.O yüzden bu işin emekliliği olmaz.Ben ömrüm yettikçe bu mesleği sürdürmeye devam edeceğim.

Önceki İçerikBir basın efsanesi daha ebediyete intikal etti. Hüseyin Kırcalı vefat etti
Sonraki İçerikMarmara Spor Bilimleri’nde dekanlık görevine Ali Kızılet, dekan yardımcılıklarına da Yorulmazlar ve Karagözoğlu getirildi

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz