Karar gazetesi yazarı Mehmet Ocaktan, Fatih Terim’in kebapçı baskını sonrası ilginç bir yazı kaleme aldı. Ocaktan yazısında futbol dünyasındaki seviyesizliği de irdeledi:

‘Kalecinin penaltı anındaki endişesi’ gereksiz olabilir mi?

 

Alman romancı Peter Handke’nin ‘Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi’ romanını ilk okuduğumda, kalecilerin endişeli olmalarını pek anlamlandıramamıştım. Zira düşünüyordum ki kaleci sakin olsa, gol atmak üzere gelen oyuncu topu sadece sakin davranan kalecinin kucağına atar. Bu sükunet halinin bilimsel olarak bir karşılığı olabilir belki, ama özü itibariyle kalecinin endişelenmesinin sorumluluk bilinci açısından çok önemli bir anlama tekabül ettiği de muhakkak.

Şu günlerde Fatih Terim’in ‘kebapçı kavgası’ haberlerini okurken nedense bir anda Peter Handke’nin, Batı toplumlarında yaşayan ‘uygar’ insanların ilişkilerinin yarattığı ‘boş’luğun özgürleştirici ve öldürücü boyutları üzerine kurulu olan o meşhur romanı ‘kalecinin penaltı anındaki endişesi’ romanını hatırladım. Kuşkusuz şu anda yaşadığımız tartışmanın bu romanla doğrudan bir bağlantısı yok, hatta hiç yok…

Ancak bu roman bağlamında düşünürken şöyle bir soru sormaktan da kendimi alamıyorum. Acaba Fatih Terim ‘kebapçı kavgası’ndan sonra hayata ve sorumluluklarına dair, insani anlamda birazcık olsun endişelenmiş midir?

Malum Türkiye şu günlerde Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in karıştığı ‘kebapçı kavgası’nın tartışıyor. Bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde Terim’in damadı Ahmet Baran Çetin, sahibi olduğu Beeves adlı restoranı komşu restoran Yüzevler’den ayırmak için ortaya hasırdan bir paravan çeker ve bu yüzden de Yüzevler’in sahibi ve Türkiye Futbol Federasyonu yönetim kurulu yedek üyesi Selahattin Aydoğdu ile aralarında bir anlaşmazlık söz konusudur. Çetin, durumu kayınpederi Terim’e aktarır, bunun üzerine Terim, iki damadı ve bir korumasıyla Aydoğdu’nun mekanını basar. Son olarak Aydoğdu ‘basın yoluyla hakaret ve tehdit’te bulunduğu iddiasıyla gözaltına alınır, sonra da serbest bırakılır.

VAKA-I ADİYEDEN İŞLER

İşin buraya kadar olan safhası kriminal bir vaka. Memleketimizde her gün buna benzer sayısız kavgalar, küçük kabadayılıklar oluyor, sonunda ya mahkeme yoluyla ya da karşılıklı diyalog yoluyla bir şekilde sulh yolu bulunuyor. Yani vaka-i adiyeden işler…

Eğer bu kebapçı kavgasının bir tarafında Türkiye’nin futbol direktörü olmasaydı, eminim haber değeri bile olmayacaktı. Ama öyle değil, Türk futbolunu emanet ettiğimiz, daha da önemlisi futbol kültürünün genç kuşaklara aktarılmasında çok önemli sorumlulukları bulunan en tepedeki futbol adamı bir esnafın iş yerini basıyorsa bu hepimizi ilgilendiren önemli bir sorundur.

Olayda kim haklı, kim haksız bilemeyiz. Ayrıca bu bizim işimiz de değil, memlekette yargı diye bir kurum var. Yargı gerekli incelemeyi yapar ve sonuçta kararını verir. Damadı haklı da olabilir, ama Terim sıradan bir insan değildir, dolayısıyla sorunu çözmek için bıçkın mahalle delikanlıları gibi davranma lüksüne sahip olamaz. Kaldı ki mahalle delikanlılarının davranışları bile hukuktan azade değildir.

Fatih Terim hiçbir şeyden sorumlu olma ve hesap verme gibi bir ihtiyaç hissetmediğine göre, demek ki kendisinde bir güç vehmediyor demektir. Aslında Terim’de sembol haline gelen bu tavır, hiç de yabancısı olduğumuz bir durum değil. Zira son yıllarda her alanda seviyesizliğin kutsandığı müthiş bir erozyon yaşıyoruz. Kimsenin kalite diye bir derdi yok… Maalesef kalite ve seviyenin bir ödülü olmadığı gibi, kalitesizliğin ve kuralsızlığın hesabını soracak, sorgulayacak bir kurum ve merci de yok.

Mesela Fatih Terim kendi başına racon kesmek üzere bir esnafın mekanını basarken, “Ben Türk futbolunun en tepesindeki birisiyim, benim her davranışım bu ülkede bir anlam ifade eder ve örnek oluşturur” gibi bir hassasiyet ve de endişe taşıması gerekmez mi?

Demek ki Terim kendisini öylesine bir ‘güç’, ‘otorite’ ve ‘iktidar’ mevkiinde görüyor ki, bir üst kurumun çıkıp hesap sorabileceğini aklının ucundan bile geçirmiyor. Çünkü öyle bir kurum yok. ‘Memlekette Futbol Federasyonu diye bir kurum var’ diyebilirsiniz, geçmiş olsun, o kurumun ruhuna fatiha…

Esas dramatik olan, bilginin, görgünün ve de ahlaki değerlerin hiçbir anlam ifade etmediği toplumumuzda eğer Türkiye Futbol Direktörlüğü gibi bir kurumun başındaysanız güçlü bir iktidara sahipsiniz demektir, dolayısıyla hiç hesap vermeden paraya ve sınırsız güce sahip olabilirsiniz, ayrıca bir takım görgü kuralları da sizin için geçerli değildir.

Kuşkusuz bütün bu yaşananlar sadece Fatih Terim’le sınırlı kalmıyor. Ayrıca futbolcular da kendilerini bu rol modele göre şekillendiriyorlar. Mesela bir futbolcu, başka bir futbolcuyu dövüyor ama özür dilemek aklından bile geçmiyor, bir başka futbolcu pekala ırkçı bir söylemi dillendirebiliyor, çünkü bunun bir yaptırımının olmayacağını çok iyi biliyor.

Sistem böylesine bir seviyesizliğe endekslendiğine göre, Fatih Terim neden sorumluluk hissetsin ki…

Mehmet Ocaktan

 

Önceki İçerikFatih Terim, Aydoğdu ile yaşadığı kavga olayı hakkında ilk kez konuştu
Sonraki İçerikAttila Gökçe: Fatih Terim sfenks olmayı becerebilmeli

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz